Ahmet Murat: “Âdem Manaya Derler, Suret İle Kaş Değil”

Ömer Kavur’un Gizli Yüz’ündeki genç adam bu arayışın çağrısına yine bir yüz aracılığıyla ikna olmuştu. Aslında ayartılmıştı demeliyiz. Çünkü güçlü ve iz bırakan iç yolculuklar varlıklarını bir iknadan ziyade bir ayartılmaya borçludurlar. Ayartılma… Yiyeceğin aslında bir yem olması. Güzelin, bir tuzak olması.

AHMET MURAT

Dünyanın bir “gizli yüz”ü var mıdır? Ve şayet varsa, bu durumda yüzlerimizin de gizli yüzleri yok mudur?

Bu soruların hepimiz için anlamlı sorular olduğunu iddia etmeyeceğim.  Bu soruların anlamlı olabilmesi, fizik gerçeklikte cari olan bağıntıları metafizik açıklamalara kavuşturmakla mümkün. Gördüğümüz dünyanın görünmediğini kabul ettiğimiz bir başka dünyadan, ilkeler, talimatlar, etkileşimler, titreşimler alıp almadığını kabul edip etmememize göre durum değişir. Dinin bize öğrettiği şeylerin başında, bu iki dünya arasındaki ilişkinin varlığı gelir. Önümüzde duran dünyanın canını ve varlık gerekçesini bu görünmeyen dünyadan aldığını öğretir bize din. Görünenle görünmeyen arasındaki bu bağımlılığı açıklamanın çeşitli düzeyleri vardır. Din bize, görünendeki geçiciliği gösterdiği gibi, geçiciliğin varlık sebebi olarak sınanmayı da gösterir. Böylece, bu dünyada, dünyadan daha kalıcı olduğunu kabul ettiğimiz kendimizin gelip geçtiğini, bu gelip geçmenin bir sınavla açıklamaya kavuştuğunu anlarız.

Dini düşüncenin bize sunduğu açıklamanın tek katmanlı olmadığını söylemeliyiz. Dünyanın geçiciliğini, onun değersizliğine ve tekinsizliğine bağlayan, böylece dünyanın kerih, terk edilmeye müstehak, birbirinden çeldirici hilelerle dolu bir cadı olduğu açıklaması bu katmanlardan birine denk gelir. Bu bakışla, dünyanın bir yüzü vardır ve bu yüz çirkindir. Bu yüze rağbet etmemekle, varlığın bize henüz gizli olan yüzünü müsterih bir biçimde görmeye hak kazanacağızdır. Varlığın gizli yüzü bir tür ödüldür ve bu ödülün bu çirkin dünyayla bir ilgisi yoktur. Varlığın gizli yüzü, Camus’nün hayatla ölüm arasındaki ilişkiyi açıklamak için kullandığı “tersi ve yüzü” ilişkisi gibi, varlığın aşikar yüzünü açıklamak için orada, uzakta bekleyen tersidir. Dinî düşüncenin sunduğu açıklamalardan ve dindarlık biçemlerinden biri olan, klasik edebiyatın zahit tipinin dindarlığına denk gelen bu açıklama, dünyanın gizli yüzünün bu görünen yüzle ilişkisiz olduğunu söyler. Alımlı bir gizli yüz varsa da, bu öteki dünyaya, görünmeyen dünyaya aittir: Cadıya gönül vermeyen, bu güzeli orada, ileride görmeye hak kazanacaktır.

Güzeli görmeyi erteleyen bu yoruma mukabil, ertelemeyi önermeyen bir başka yorum daha vardır. Tasavvufi ya da arifane diye adlandırılabilecek bu yorum, gizli yüzü bu dünyaya çağırmıştır. Bu yorum, görünen dünyanın, sureta tekinsizliğini ve cadılığını kabul etmekle birlikte, bu kabulü mutlaklaştırmaz. Görünen dünyanın kesafetini ve sızdırmazlığını delip geçmeyi önerir. Dünya, opak görünmektedir ama aslında saydamlaşabilir de. Kendisini değil, ardındakini göstermesi  sağlanırsa, gizli yüzünü görmek için fizik dünyanın sonunu beklemek gerekmeyecektir. Asıl olan, gizli yüzü, gizli olmaktan çıkartan bir bakış arayışını yürütmektir. Bu arayış, gizli yüzü gizli olmaktan daha bu dünyadayken çıkaracak eğitimin imkânıdır.

Ömer Kavur’un Gizli Yüz’ündeki genç adam bu arayışın çağrısına yine bir yüz aracılığıyla ikna olmuştu. Aslında ayartılmıştı demeliyiz. Çünkü güçlü ve iz bırakan iç yolculuklar varlıklarını bir iknadan ziyade bir ayartılmaya borçludurlar. Ayartılma… Yiyeceğin aslında bir yem olması. Güzelin, bir tuzak olması. Bu yem, bu tuzak, bu ayartıdır ki, büyük yolculukların albenili ama acı bahanesidir. Allah’ın mekri mi, evet, belki de. Ahmed el-Alavi hazretleri, başka ariflerin de üzerinde ittifak ettikleri bir hususa dikkat çekmişti: Ona göre, ancak duyarlık sahibi, aşka istidatlı kimse manevi sırları taşımaya ehildir. Müziğin kendisini coşturmadığı, şiirlerin kendisini ürpertmediği kişinin bu sırlar için elverişli olmadığını söyler. Sırlar için istidada, istidat içinse, bu istidadı canlandıracak ayartıların avı olmaya ihtiyaç vardır.

Gizli Yüz’deki gencin hikâyesini hatırlayalım. Kendisini bulan bir adam ona, zengin bir kadının iş teklifini getirir: Portreler fotoğraflayacak ve bu fotoğrafları her sabah kendisine getirecektir. İki sene sürer bu iş. Kadın, yüzleri incelemekte, hikayesi (bir yanıyla istidadı) olan bir yüz aramaktadır. Genç adam, kadının yüzüne, kadın fotoğraf karelerindeki yüzlere bakmaktadır. İki bakış arasında fark vardır ama: Kadın yüzlerin gizlediği bir hikâyenin peşindeyken, genç adam gizli bir hikâyeden ziyade, kadının yüzünün kendisiyle ilgilenmektedir.

Kadın aradığı yüzü, “İnsanlara saatleri anlatmak isterdim. İnsanlar, akreple yelkovanın arkasında nasıl bir can vardır, hissetmiyorlar bile.” diyen bir saatçinin fotoğrafında bulur. Genç adam kadına tutulmuştur ama kadın, daha sonra da fark edeceğimiz gibi, cinsel bir ima taşımayacak biçimde, o saatçinin peşindedir. Nihayet kadın ve saatçi, bu buluşun ve buluşmanın ardından hemen ilk gün oraları terk ederler. Ama genç adam zokayı çoktan yutmuştur: Bir yüze teslim olmuş, sonra yüz gizlenmiş ve işte kovalamaca başlamıştır. Genç adam, kadında güzellik ve cazibe bulmuştu. Ama kadın onun dikkatini yüzlerdeki anlama, yani yüzün kendisine değil, yüzün gönderdiği bir başka katmana çekmişti. Genç adamın istediği yüzdü ama kadın gence “yüz” vermedi. Yüzünü, yüzlerin, suretlerin kendisini ve yüzeyini değil, suretlerin gizlediği anlamı ve haritayı hatırlattı.

Devamı Cins’in 2021 Nisan sayısında…

Posted in Genel