Necip Tosun: “Ömer Seyfettin’in Türk Öykücülüğündeki Yeri ve Önemi”

Onda sanat ve hayat hep iç içe olmuştur. Yaşadıklarını eserlerinin çıkış noktası yapmış, düşleri, idealleri doğrultusunda olayları dönüştürmüş, tüm bu gözlem ve tanıklıklarını sanatının malzemesi yapmıştır. Onun öyküleri öylesine hayatla/politikayla/ütopyalarla iç içedir ki bu öykülerden yola çıkarak bir dönemin tarihsel/toplumsal panoramasını çıkarmak mümkündür.

NECİP TOSUN

Türk edebiyatında hayat, edebiyat, ideolojinin iç içe geçtiği örnek yazarlardan biri Ömer Seyfettin’dir (1884-1920). Modern Türk öykücülüğünün kurucularından olan Ömer Seyfettin’in yaşadığı dönem Türk toplumunun tarihsel macerasında belki de en dramatik, en sancılı günlerdir. Osmanlı İmparatorluğu toplumsal, siyasal, askeri alanda çözülmüş, her alanda var olup olmama mücadelesi vermektedir. Bunun üzerine ülkeyi bu hastalıktan kurtarmak, düzlüğe çıkartmak için çeşitli görüşler, ideolojiler ileri sürülür. Bu fikir akımlarını Osmanlıcılık, Türkçülük, İslâmcılık, Batıcılık ana başlığında sıralamak mümkündür. Daha sonra şöyle ya da böyle birbirine yaklaşacak, yaslanacak ya da birbirinden ayrı kanallarda varlıklarını sürdürecek olan bu “kurtuluş ideolojileri” arasından Ömer Seyfettin seçimini “Milliyetçilik-Türkçülük” olarak yapmıştır.

Aslında Ömer Seyfettin’in bu fikrî akımı benimsemesini anlamlandırmak o kadar da zor değildir. Çünkü Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’in oğlu olan Ömer Seyfettin, 1903’de harp okulunu bitirdikten sonra bir subay olarak hayata atılmış ve Osmanlı’nın özellikte askerî alandaki çözülüşünü net bir şekilde gözlemiş hatta bizzat yaşamıştır. Hep yenilen, çalkantılarla dolu bir ordunun subayı olmak onda ağır bir tahribat yaratmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilişi, Balkanlar’daki bozgunlar ve Osmanlı Devleti içindeki diğer etnik (Bulgar, Sırp, Yunan) hareketler, isyanlar, başkaldırmalar onda Türkçülük fikrinin oluşmasına neden olmuştur.

Modern Türk öykücülüğünün kurucularından olan Ömer Seyfettin edebiyatımızdaki hayat-sanat örtüşmesine ve dönemin/zamanın belirlediği sanatçı kimliğine en iyi örneklerden biridir. Onun yaşadıkları, neredeyse yazdıklarını belirlemiştir denilebilir. Ömer Seyfettin, öykülerinde, çocukluk yıllarından, askerlik hatıralarından, çevresinde gözlemlediği olay ve insanlardan yararlanmış, hayatı tümüyle bir öykücü gözüyle algılamıştır. Bu yüzden onda sanat ve hayat hep iç içe olmuştur. Yaşadıklarını eserlerinin çıkış noktası yapmış, düşleri, idealleri doğrultusunda olayları dönüştürmüş, tüm bu gözlem ve tanıklıklarını sanatının malzemesi yapmıştır. Onun öyküleri öylesine hayatla/politikayla/ütopyalarla iç içedir ki bu öykülerden yola çıkarak bir dönemin tarihsel/toplumsal panoramasını çıkarmak mümkündür.

Ömer Seyfettin tüm yazarlık yaşamı boyunca vatan-millet sevgisi etrafında bir öykü dünyası oluşturmuş, hem yazdığı makalelerle hem de öyküleriyle görüşlerinin haklılığını ispatlamaya çalışmıştır. Bu anlamda o, tümüyle kendisini misyonuna adamış bir sanatçıdır. Yaşadığı toplumsal koşullar nedeniyle edebiyatı, bir mesaj iletme aracı olarak görmüş, mesajsız, saf edebiyata karşı çıkmıştır. Bunun sonucunda da inandığı doğruları destekleyen tezli öyküler yazmıştır. “Ben edebiyatta sadece sanata kail olmam” diyen Seyfettin, yazarların bir anlamda mürşitler olduğuna ve insanlara yol göstermesi gerektiğine inanır. Çünkü o, “gayesini idrak edememiş cemiyetin bir evladı” olarak bunu bir görev bilmiştir. O, eserlerinin “yaldızlı mukavvadan bir heykel olmasını” istemez, “bu yüzden fikre önem verir.” Onun “edebiyatsız edebiyat yapacağım” sözü, bu coşkunun, görev bilincinin bir sonucudur.

Onun edebiyat dünyasındaki ilk parlak çıkışı, imzasız yayımlanan ve özellikle dil alanındaki Türkçü tavrını işlediği “Yeni Lisan” yazısıdır. Ali Canip’in çıkardığı ve Türkçülük akımının teorilerinin oluşturulduğu Genç Kalemler dergisindeki bu yazısı geniş yankı bulur. Bu dergi zamanla aynı ya da benzer görüşteki yazarlar için bir adres olur. Bir süre sonra dergiye Ziya Gökalp de katılır. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp ve Ali Canip, bu dergide daha sonra bir akım hâline gelip 1920’lere kadar Türk edebiyatına damgasını vuracak olan “Millî Edebiyat” akımının temellerini atarlar. Ömer Seyfettin’in Ziya Gökalp’le tanışması, onun yazarlık serüvenini de “belirlemiştir”. Böylece ondaki Türkçülük fikri iyiden iyiye netleşmeye başlamış, Gökalp’in görüşlerini destekleyen öyküler yazmıştır. Bu dostluk, Ömer Seyfettin’in ölümüne değin sürmüştür. O dönemde onlarınbu görüşlerini temsil eden siyasal hareket ise İttihat ve Terakki Partisidir. Ziya Gökalp Partinin aktif üyesidir. Ömer Seyfettin de İttihatçıların bütün faaliyetlerini, görüşlerini öyküleriyle desteklemiş, karşı görüştekileri açık açık eleştirmiştir. Hatta bazı dönemlerde Partinin sanat kolu gibi fonksiyonel bir görev üstlenmiştir. Bu yüzden gerek Ziya Gökalp’le olan yakın ilişkisi gerekse parti taraftarlığı onun “ısmarlama yazar”, “parti yazarı” gibi ağır eleştirilere uğramasına neden olmuştur.

Ömer Seyfettin’in coşkulu, telaş telaşa geçen bir öykü serüveni olmuştur. Sanki kısa ömrünün farkındaymış gibi durmaksızın yazmıştır. Ömer Seyfettin, kahramanlık, çocukluk, yabancılaşma, değişim, kadın ve aile, dil, taassup gibi çok çeşitli konuları gündeme getirirken bir geçiş dönemi öykücüsü olarak Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki değişim ve yaşanan çarpılmaları, çözülmeleri, gelişmeleri, fikir tartışmalarını öykülerinde işlemiştir. Evlilik kurumu, maziye bakış, burjuvazinin oluşumu, Batılılaşma, dini bakıştaki değişim, dönemin fikir akımları, aydınları onun öykülerinde ele aldığı diğer önemli temalardır.

Ömer Seyfettin çok farklı temalardaöyküler yazmakla birlikte, onun asıl öykücü kimliğini belirleyen, vatan/millet sevgisinin öne çıktığı öyküler olmuştur. Yazdıklarıyla da ulus üzerindeki karamsarlığı yenme, moral aşılama ve bilinçlendirme amacı gütmüştür.“Eski Kahramanlar” başlığı altında yazdığı öyküleri bu duygularla yazılmıştır.Ömer Seyfettin bu öykülerde destansı/epik bir anlatımla kişilik yüceltmesine gider. Kahramanlar; vatan, millet, din ve padişah uğruna savaşır, kahramanlıklar gösterirler. Bu figürlerin pek çoğu belli bir gayeyi gerçekleştirmek için oluşturulduklarından, yaşamayan, ayakları yere basmayan, ideal, örnek tiplerdir. Bu yanlarıyla da masabaşı, kurgusal bir özellik taşırlar. Ömer Seyfettin’in bu öykülerdeki çıkış noktası, kahramanlık destanları, efsaneler ve masallardır. Halkın kaynaklarından yararlanarak çağdaş bir dil ve yorumla onlara ulaşmayı dener. Günümüze kadar sevilerek okunmalarına bakılırsa bunu başarır da.

Ömer Seyfettin kurtuluş ideolojisinin bir parçası olarak ideal insan/devlet/anlayış projeleri çizmiş, bunların öykülerini yazmıştır. Bir Türk devleti nasıl olmalı, bir Türk kadını nasıl olmalı, bir Türk genci nasıl olmalı, bunların tarihsel, sosyolojik arka planlarını da vererek/vurgulayarak bir model oluşturmaya çalışmıştır. Onun öykü serüveninde ayrı bir parantez açılması gereken bir başka öykü toplamı ise çocukluğuna ait anılardan yola çıkarak oluşturduğu öykülerdir. Otobiyografik özellikler taşıyan bu öyküler, onun en sevilen, en sıcak, en kalıcı öyküleridir

Ömer Seyfettin de döneminin pek çok yazarı gibi taassup, hurafe ve boş inançları gündeme getirerek eleştirmiştir. Aile, kadın-erkek, evlilik kurumu, kadının toplum içindeki yeri, Doğu ve Batı yaşam tarzının karşılaştırılması, onun öykülerinde gündeme getirdiği bir başka temadır.Ömer Seyfettin hayata bakışını, tüm fikirlerini yansıtan iki tip yaratmıştır. Biri olumlu tip Cabi Efendi, diğeri olumsuz tip Efruz Bey. Cabi Efendi tiplemesi, onun görüşlerini aktarmadaki en önemli olumlu kahramandır.

Cabi Efendi ne kadar olumlu bir tipse Efruz Bey de tam tersi olumsuz bir tiptir. Şöhret düşkünü kişilik, kimliksiz, yarı aydın biri olan Efruz Bey, ömründe hiç yazı yazmayan sözlü bir yazar, şiirsiz meşhur bir şair, esersiz bir dâhi, ilimsiz meşhur bir bilgindir. Kendi menfaati dışında hiçbir ilkesi yoktur. O, her zaman rüzgârın estiği yöne doğru yelken açar ve sürekli düşünce değiştirir. Önce hürriyetçi, sonra asil, sonra sosyolog, ardından Türkçü ve pedogog olur. Bütün bilimleri, duyguları tepe tepe kullanır. Efruz Bey’in bu serüveni, aslında Seyfettin’in yaşadığı dönemdeki aydınların düşünce serüvenidir. Ömer Seyfettin bu dizi öykülerde açık ya da örtük göndermelerle dönemin yanardöner aydınlarını hicvetmiştir.

Onun acı tecrübelerinden biri de savaş konusundaki tavrıdır. Kızılelma, turan ve fetih öyküleri yazıp savaşı yücelten Ömer Seyfettin, dört yıl süren savaş sonunda koca imparatorluğun yıkılışını görünce savaş konusundaki düşünceleri değişir. “Acaba Ne İdi?” öyküsünde savaşa ağır eleştiriler getirir.

Ömer Seyfettin sade, yalın bir yaklaşımla, en açık şekilde öyküsünü anlatmaya çalışır. Bu anlamda hiçbir biçimsel arayış içerisinde değildir, zihni tümüyle mesaja odaklıdır. Onun sadelik anlayışının arkasında halka ulaşmak arzusu yatar. Bunun için de halkın anlayacağı biçimde yazmak onun öncelikli tercihidir: “Ben edebiyatçıyım, edipler için yazıyorum dediğim yok. Ben herkes için yazıyorum.” O halka ulaşmayı çok önemser: “Okursuz edebiyat müşterisiz mal demektir. Elbette sahibine iflası getirir.”

Ömer Seyfettin öykülerinde daha çok “kıssadan hisse” bağlamında değerlendirilecek özlü hayat tecrübeleri anlatarak okura insanlık dersleri verir. Parlak zekâ/mantık oyunlarıyla bir görüşün haklılığını ispat için olayları kurgular. Seçtiği tipler ve olaylar, o doğrunun ispatı için sadece birer malzemedir. Çarpıcı ve meraka yaslanan anlatımıyla okuyucuyu kolayca metne bağlar.

Devamı Cins’in 2021 Mart sayısında…

Posted in Genel