Lawrence Ferlinghetti, Amerikalı ünlü şair ve ressam, City Lights Yayınları’nın kurucusu ve sahibidir. Ferlinghetti, Allen Ginsberg ve Jack Kerouac ile birlikte Amerika’da 50’ler ve 60’larda ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen Beat Kuşağı’nın kurucularından sayılmaktadır. Şiir, çeviri, kurgu, tiyatro gibi pek çok yazınsal türde eserler vermiş büyük edebiyatçıyla, Kaurab adlı köklü bir edebiyat dergisi için yapılmış bu röportajı, Ayşe Serra Kolcu Cins okuru için çevirdi. Röportajda Amerika’nın en bilinen lirik şairi Ferlinghetti, Beat Jenerasyonu’nun şiir anlayışından, kendi sanat yaşamından ve şairlerin sahip olması gereken duruştan bahsediyor.
SÖYLEŞİ: ARYANIL MUKHERJEE
CİNS İÇİN ÇEVİREN: AYŞE SERRA KOLCU
Amerika’daki baskın kültür; kurumsal olan tek bir kültürün yönettiği materyalist, militarist, yırtıcı, entelektüellik karşıtı tüketim ve televizyon kapitalizminden oluşuyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin mevcut hükümetinin başlıca amacı olan “tam kapsamlı küresel egemenlik” engellenmezse dünyanın tamamını çöplüğe çevirecek.
Beats kuşağı şiirleri 50’lerin ve 60’ların sonlarında Amerika’da eşi görülmemiş bir kültürel çalkantı yaratmıştı. Yarım asır geriye dönüp o günlere baktığınızda bu akımın filizlenmesine ön ayak olan etkenler nelerdi sizce?
Bence Beat hareketinin temelinde kültürel bir çalkantı yaratmak gibi bir amaç yatmıyordu. Kendiliğinden oluverdi, daha önce de dile getirdiğim gibi 60’lar ve Beat kuşağı arasındaki kültür çatışmasını düşününce; Beat kuşağı bana “Hippilerin taş devri” olarak gözüküyor. 60’lara tepki olarak doğan bu kültürün ana temaları, Kenneth Rexroth, Jack Kerouac, Allen Ginsberg ve Gary Snyder gibi Uzakdoğu inanışlarından alıntılarla yeni bir maneviyat bilincini savunan şairler tarafından dile getirildi. Ginsberg bu temaları en çok dile getiren şairdi. “Beat” kelimesi Kerouac’ın kendisinin icat ettiği “Beatitude” (sıfat) (salt mutluluk) kelimesinden geliyor. Budizm anlayışını benimseyen Kerouac’a göre, azizlik mertebesine erişebilenler ancak ezilmiş olanlardır. Bunların hepsi karşıt kültürü oluşturan öncüller. Savaş karşıtlığı, barışseverlik, savaş karşıtı gösteriler, maddiyatçılığa karşı duruş ve teknokrasi karşıtlığı Beat kültürünün verdiği mesajlardı. Tıpkı Ludditeler gibi. Ludditeleri biliyorsunuz değil mi?
Hayır.
Ludditeler, 19.yüzyılın başlarında ortaya çıkan İngiliz aktivistlerdi, makineleri parçalarlardı. Sanırım Manchester’da bir fabrikayı yerle bir etmişlerdi. Beat kuşağının öncüleri de aynı derecede yüksek bir bilinç oluşturmuşlardı. Dünyanın bu bilince şimdi her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Amerika’nın kurumsal tek tip kültürü dünya üzerindeki bütün yerel kültürleri yok ediyor. Hindistan’ın belli yerlerinde bile bunun olduğundan eminim.
BEAT ŞAİRLERİ, ŞİİRİN SESLİ BİR MESAJ OLMASI GEREKTİĞİNE İNANIYORLARDI
Allen Ginsberg’le ilk kez bir araya gelişinizi hatırlıyor musunuz? Uluma’nın el yazmasını ilk ne zaman okumuştunuz? Bu tecrübeden kısaca bahsedebilir misiniz?
City Lights Yayınevi 1953 yılının Haziran ayında kurulmuştu. Cep şiir kitapları serisine yeni başlamıştık. 1955 yılında Ginsberg San Francisco’ya gelmişti. San Fransisco’daki Gallery 6’da gerçekleşen tarihi okumadan bir hafta önce bana el yazmasını vermişti. İlk başta da beğenmiştim ama Gallery 6’teki okumada dinledikten sonra daha da etkilendim. Bakın Beat şairleri, şiirin sesli bir mesaj olması gerektiğine inanıyorlardı. Dolayısıyla Uluma’yı Ginsberg’in ağzından dinlemek tarifi zor bir tecrübeydi. Ginsberg’in kariyeri toplum içinde yaptığı mükemmel okumalarla tırmanışa geçti.
Uluma’yı basma fikrini Allen’la ne zaman görüşmüştünüz?
O gece. Galeriden döndüğümde o gece duyduklarımın harika mesajlar olduğuna çoktan ikna olmuştum. Şiirin böyle bir hitabetle buluşması daha önce görülmemiş bir şeydi. Gece yarısına doğru Ginsberg’e şiirlerini basmak istediğimi anlatan bir telgraf çektim, tabii o zamanlar e-mail ya da faks daha çıkmamıştı. Emerson’un Çim Yaprakları’nı okuduktan sonra Walt Withman’a yazdığı cümleyi yazdım: “Mükemmel bir kariyerin başlangıcından seni selamlıyorum.”
Eğitim yıllarınıza dönersek Sorbonne ile A Coney Island of the Mind (Bellekte bir Coney Adası) kitabını yazmanıza kadarki zamanda size ilk ilhamınızı neler ya da kimler vermişti?
Açıkcası, buna cevap vermek biraz zor… Bir bakalım… O zamanlar çok okurdum. 14 yaşımdayken Baudelaire’i çok okurdum. Diğer Avrupalı büyük yazarları da elbette.
A Coney Island of the Mind’ı yazmadan önce gençliğinizde Fransa’da yaşıyordunuz ve Jacques Prévert’i çevirmiştiniz. O kitaba yazdığınız önsözü okudum (Jacques Prévert’in Paroles isimli kitabı Fransızca aslından İngilizceye Lawrence Ferlinghetti tarafından çevrilmiştir)
Ah, evet. Prévert’ in üzerimde büyük bir etkisi vardı. Oldukça büyük. Hatta Jacques Prévert’in A Coney Island of the Mind’ı etkilediğini bile söyleyebilirim.
Beat şiirleri, New York’un Avant-Gardes şiirlerinden biçim ve yapı olarak çok farklı kaleme alınmıştı. Buna rağmen Beat şairleri, birçok post-modern Amerikan şiir antolojisinde yer alıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Beat şairlerinin bu antolojilerde yer almamaları için bir sebep göremiyorum. Postmodernizm muhalif sanatla ilgilidir ve Beat yazarları da bununla ilgili birçok şey kaleme aldılar. New York’un soyut dışavurumcularını biliyor musunuz?
John Ashbery ve arkadaşlarını mı kast ediyorsunuz?
Hayır, şairler değil. Soyut dışavurumculuğun temsilcisi olan ressamlar mesela…
Jackson Pollock?
Evet, Pollock ve Robert Motherwell ve Willem De Kooning, Kline vesaire tıpkı Beat şairlerinin yaptığı gibi, eski dünyanın parçalanışını betimliyorlardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eski dünyanın değerlerinin yok edilmesi gerekiyordu. Beat şairleri de tam olarak bunu yaptılar ve ortaya yeni kavramlar sundular. Ginsberg’in Gallery 6’te “Uluma”yı okuyuşunu dinlerken, dilin bu biçimde kullanılışını duymak kelimelerin saf gücünün geleneksel imgeleri tuz buz edişine şahit olmak gibi hissettirmişti. New York’un soyut izlenimci ressamları da nesnel olmayan resimleriyle aynı şeyi yapıyorlardı.
O zamanlar Beat şairleri soyut izlenimci ressamlarla sıkı bir iletişim içerisinde miydi?
Ah, evet… New York’ta Greenwich Village’ta Cedar isminde bir mekânda bir araya gelirlerdi. Bu arada bu yer hâlâ yerli yerinde duruyor… Daha geçen ay önünden geçtim ve burada gerçekleşen önemli entelektüel konuşmaları çok az insanın bildiğini fark ettim. Artık burada buluşan ressam ve yazarların sayısı az olsa da mekân hâlâ duruyor. Burası bu ressamların ve Beat kuşağı yazarlarını buluşma yeriydi.
BENCE “GERÇEK VE İYİ BİR ŞAİR” TANIMINA ANCAK KENNETH PATCHEN VE E. E. CUMMNIGS GİBİ ŞAİRLER UYUYOR
Şairler sizi “en lirik Beat şairi” olarak görüyor.
Amerika’da da birçok insan aynı şeyi düşünüyor, Nedenini bilmiyorum. Naropa Okulu, yani Allen Ginsberg ve Anne Waldemn’ın kurduğu Jack Kerouac Ruhani Şiir Okulu asla bana ait olmayan bir şiiri temsil ediyor. “İlk akla gelen en iyisidir” (Allen Ginsberg) görüşüne katılmıyorum, bana kalırsa ilk akla gelen en kötüsüdür. Bence bu Allen’ın William Carlos Williams için dediği gibi “fikir değil salt içgüdü”. William Carlos Williams, bana göre en büyük Amerikalı şairlerinden biri değil. “Gerçek ve iyi bir Amerikalı şair” ifadesi bana Kenneth Patchen, E. E. Cummnigs gibi şairleri çağrıştırıyor. Kullandıkları sokak ağzı düşünüldüğünde, onları gerçekliğe çok daha yakın buluyorum. “Fikir değil salt içgüdü”ye inanmıyorum. Bir keresinde Allen’a ben, William Carlos Williams’ı “fikir değil salt yaşam” olarak tanımlardım bile demiştim.
“AMERICAN POET” ÖDÜLÜNÜ ALAN ŞAİRLER, KÜRSÜDEN ANCAK “İYİ GÜNLER” DİLEYEBİLİYOR
John Ashbery, “Şiirin fikirlerden kaçınmaya çalışmak” olduğunu söylüyor.
Elbette öyle. Ama Beats akımının şairleri fikirlerden kaçmıyordu. Size şöyle açıklayayım “American Poet” ödülü kazanmış Robert Pinsky, bir üniversitede bir şiir okuması yapmıştı. Dinleyicilerden birisi ona Irak Savaşı hakkındaki fikirlerini sorduğunda açık bir cevap verememişti, bu konuda bir duruşu yoktu. Bu iğrenç bir şey. “Amerikan Poet” ödülünü kazanmış birinin Irak Savaşı hakkında bir duruşunun olmaması korkunç bir durum. Sisteme göre, “American Poet” ödülü sahibi birisinin “yatıştırıcı” bir duruşu olmalı ve seçilenler de bu yüzden seçiliyorlar. “U.S. Poet” Ödülünü kazananların işi sadece “İyi günler!” demektir.
Beat şiirinden biraz daha bahsedeyim. Beat kuşağı şairleri zihinlerinden geçenleri sansürlemeden direkt olarak kâğıda geçirmeye inanıyorlardı. Bu açıdan ilk nesil Fransız sürrealistlerine benziyorlar hatta. Bir Uzakdoğu deyimi bize şunu söyler “Güzel bir aklın ürettikleri de güzel olur.” Düzenlenmemiş ve fikri bağlamda dürüst olan şiir, iyidir. Ginsberg, Kerouac veya Snyder gibi berrak zihinlere bu tekniği verdiğinizde muhteşem bir şiir ortaya çıkarabilirler; ama yüzlerce genç öğrenciye bu tekniği verirseniz elinizde yalnızca engin bir edebi çöplük kalır.
A Coney Island of the Mind’dan How to Paint Sunlight’a, şiirinizde konuşulması zor ya da sakıncalı bir şeyler olsa bile, şiirlerinizdeki söylem kolay akan bir lirik kalitede dokunmuş görünüyor. Bu şarkının kaynağı nedir? Bu güneş ışığının kaynağı neresi?
Güzel bir soru. Bir düşüneyim… Bugünlerde “yeni müzik” olarak adlandırılan bir şey ortaya çıktı. Dünyanın farklı yerlerinden değişik müzikleri harmanlayan derleme müziği tanımlamak için “yeni müzik” ya da “dünya müziği” terimleri kullanılıyor. O kadar neşesiz bir şey ki. Çağımızın tatsızlığından ileri geliyor olsa gerek. Söylediğiniz çok doğru ben bir şair olarak genellikle “lirik olmayan bir gerçeklik” e bağlı bir liriği kullanıyorum, yeni kitabım Americus I’daki “On ikinci Kanto”gibi.
Büyük bir şairin aynı zamanda üretken bir ressam olması sık rastlanan bir durum değil. Bu bakımdan bize Rabindranath Tagore’yi hatırlatıyorsunuz. Resim yapmayı mı yoksa şiir yazmayı mı daha çok seviyorsunuz? Hiç fırçanızı kaleminiz için sorun olduğu ya da kaleminizin fırçanızdan daha çok rengi boyadığı oldu mu?
Ben ayrım yapmıyorum. Resim yapmak ve şiir yapmak ikisi de aynı bilincin dışavurumu. Bazı resimlerimin üzerinde yazılı kelimeler var. 300-400 yağlı boya resmim var bazıları 5 metre genişliğinde, taşbaskılar, mono baskılar ve Japon Sumi resimleri de dâhil olmak üzere 2000’den fazla çizimim var.
Yakın zamanda çıkardığınız How To Paint Sunlight kitabınızda, başucunuzda Ginsberg’in hayaletini gördüğünüzden bahsediyorsunuz. Bundan biraz bize bahseder misiniz? Allen Ginsberg’in hatırası aklınıza sık sık geliyor mu?
Evet. Hakkında sık sık düşünüyorum, özellikle son günlerde. Amerika’daki yönetim için ne derdi merak ediyorum. Ginsberg yaşasaydı, söyleyecekleri onlar için oldukça yıkıcı olurdu. Aslına bakarsanız, politika açısından bu tarz bir durum karşıma çıktığında Allen Ginsberg bu konuda ne derdi hep merak ediyorum. Sesi kulaklarımda yankılanıyor ve kendimi ona cevap vermeye hazırlanırken buluyorum. Allen Ginsberg düşündüklerini en çok dile getiren ve siyaseti en iyi bilen şairlerden biriydi. Bu ülkede genç, yaşlı birçok şair onunla siyasi bir tartışmaya giremezdi, çünkü çoğu onun neyden bahsettiğini bile anlamayacak kadar cahildi.
Beat kuşağı öncüleri Amerika toplum hayatında geniş kapsamlı bir kültürel değişime zemin hazırlamışlardı. Bu değişimin temelinde şiir olduğundan bu insanların çoğu şairdi. Hatta belki de şiir Amerika’da toplum tarafından hiç bu derece yüksek ilgi görmemişti daha önce. Geçen yarım asrın ardından, şimdilerde şiir alt kültüre ait gibi gözüküyor. Birçok üniversitede yaratıcı yazarlık üzerine lisans eğitimi verilmesine, büyük küçük bir sürü dergide sayısız şiir yayımlanmasına, birçok yeni şiir ödülü verilmesine, bu alanda bağış ve burs verilmesine ve genç şairlerin sayısının günden güne artmasına rağmen Amerika’da şiire gösterilen ilgi düşüyor gibi gözüküyor? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sizce bu düşüşün sebebi nedir?
Amerika Birleşik Devletleri tarihinde şimdiki kadar çok sayıda şiir kitabı yayımlanmamış hiç bu kadar çok sayıda şair sesini duyuramamıştır. Ancak Kuzey Amerika’da şiirin şu anda alt kültür öğesi olduğunu da kabul etmek zorundayım. Hatta daha ileriye gidip entelektüellerin ve entelektüel yaşamın bu ülkede alt kültürün birer parçası olduğunu bile söyleyecek kadar ileri gidebilirim. Amerika’daki baskın kültürümüz kurumsal tek kültürün yönettiği materyalist, militarist, yırtıcı, entelektüellik karşıtı tüketim televizyon kapitalizminden oluşuyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin mevcut hükümetinin başlıca amacı olan “tam kapsamlı küresel egemenlik” engellenemezse dünyanın tamamını çöplüğe çevirecek.
BEAT’DEN SONRA AMERİKA’DA OLAN EN ÖNEMLİ ŞEY, SAVAŞ KARŞITI BİR ŞİİRİN ORTAYA ÇIKMASIDIR
Sizce Amerikan şiirinde Beat akımından sonraki en önemli olay nedir?
Hah… Bunun iyi bir soru olduğu kesin… Büyük ihtimalle savaş karşıtlığı akımının büyümesi. “Savaşa karşı şiir” hareketi gitgide yayılıyor, Latin Amerika’ya kadar ulaştı. Hem Kuzey hem Güney Amerika’dan şairler dünyadaki bütün hükümetlere gönderilmek üzere bir dilekçe imzaladılar. Yakında size de bir nüshasını göndereceğim.
Lawrence, peki şu anda ne üzerinde çalışıyorsun? Bize şiirinden ve resimlerinden bahset.
İkinci Americus kitabı üzerinde çalışıyorum, ilkinden tamamen farklı bir şiir dili olacak. Kısmen belgesel, kısmen toplu bir yastık sohbeti, kısmen kişisel destan tadında bir şeyler… Olson, WCW’nin Pound ve Patterson’undaki gelenekten gelen ve ilk Americus kitabındaki mısralar eşliğinde bir beste, söylenmemiş bir kanto, bayağı bir tarih, gerçek bir kurgu, politik ve lirik.