Ercan Yıldırım: “İnsanın Doğası”

İnsanın; şartlara, menfaatine, gerektiğinde hayatiyetini sürdürme pahasına kendini, ailesini, inancını, tarihini yok saymayı, inkâr etmeyi, çelişkiye düşmeyi göze alan davranışlara, sözlere anında geçebilen, hakikati ve gerçekleri istediği gibi yorumlayabilen, ayrıldığı yeri yargılayan ve mahkûm eden, gittiği yeri meşrulaştıran; olmaktan çok sahip olmayı öne çeken, ayartmaya odaklı, fırsat gözleyen, öngörülemeyen, hesaba gelmeyen, sıvı, akışkan, yeri geldiğinde kıvrıla kıvrıla yeri geldiğinde yıkıcı bir nehir gibi en kestirme yoldan ummana karışmak isteyen bir doğası var.

ERCAN YILDIRIM

İnsanın sabit bir doğası varsa gerçekleştirdiği iyi ve kötü davranışlardan sorumlu tutulamaz!

İnsan doğasının gereğini eyliyor, konuşuyorsa o zaman bilinç, irade, akletme, kalbetme gibi düşüncelerini ve fiillerini yönlendiren mekanizmaların herkeste aynı sonuçları doğuracak şekilde çalıştığını kabul etmeliyiz. Bir aslan, neslini devam ettirme, güvenliğini sağlama, acıktığında karşısına hangi canlı çıkarsa çıksın onu parçalama doğasıyla var edilmiştir; yalnız aslan değil doğadaki tüm canlılar aynı itkilerle hareket eder. Bir kunduz yaptığının yanlışlığını idrak etmeden, tevbeyi bilmeden yaşar. Hep aynı düşünür aynı fiilleri gerçekleştirir.

İnsan her durumda, her vakitte aynı düşünmez aynı davranmaz; insan başkalarını, dostlarını, düşmanlarını, konjonktürü, gelecek kaygısını, uzun ve kısa dönemli menfaatlerini, ideallerini gözeterek aynı sebeplere rağmen farklı davranabilir.

Kimi zaman şaşkınlıkla karşılarız dostlarımızın yapıp ettiklerini, inanamayız, “Bunu sen mi yaptın?” deriz, “Bunu senden beklemezdim!” nidasını patlatırız. Hayatı kötülüklerle geçen birinden derviş tavrı gördüğümüzde bunu “insanlığa” yorarız. Ya insanın doğasının eninde sonunda “iyi”yi gerçekleştireceğine ya dünyadaki en zalim varlığın insan olduğuna kâni oluruz.

İNSANI MAKİNEDEN AYIRAN…

İnsanın doğasından çok onun “kişisel tarihi” vardır. İnsanın makineye yahut flora ve faunaya benzer sabit, değişmez eylemlerde bulunan doğası yoktur. İnsan sürekli iyilik ya da devamlı kötülük yapmaz. İnsan ilanihaye yapıcı, hayat boyu yıkıcı olmaz. İnsan ömrünü varoluşunu geliştirmek için düşünmeye ayırmaz. İnsan sabit, kalıplara alınmış bir öze göre yaşamaz doğası farklı nitelikteki değerler alanından istediğini seçerek yaşamaya ayarlanmıştır!

İnsanın şartlara, menfaatine, gerektiğinde hayatiyetini sürdürme pahasına kendini, ailesini, inancını, tarihini yok saymayı, inkâr etmeyi, çelişkiye düşmeyi göze alan davranışlara, sözlere anında geçebilen, hakikati ve gerçekleri istediği gibi yorumlayabilen, ayrıldığı yeri yargılayan ve mahkûm eden, gittiği yeri meşrulaştıran; olmaktan çok sahip olmayı öne çeken, ayartmaya odaklı, fırsat gözleyen, öngörülemeyen, hesaba gelmeyen, sıvı, akışkan, yeri geldiğinde kıvrıla kıvrıla yeri geldiğinde yıkıcı bir nehir gibi en kestirme yoldan ummana karışmak isteyen bir doğası var.

İnsanın özünden, doğasından önce varoluşunu, şu anki durumunu görür, izleriz. İnsan tercihleriyle var olur. Sabit bir doğası olsa tercih edebilme imkânı bulamazdı. İnsan tercihleriyle kendini kurar, tasarlar, var kılar. Tasarlayarak tercihte bulunmayabilir her zaman, şartlar seçmeye zorladığında tercihini belirlerken geçirdiği o gergin vakitte anlayabiliriz kişiyi.

Bu yüzden insanın doğası var mı yok mu, insanın özü nedir derken kat’i kanaatlere gitmek yerine İmam Rabbanî gibi düşünmeli; “zatın özünü bilmek imkânsız”dır. Fütuhat’ta İbn Arabî, insanı arşı tutan bir direk, sebep olduğunu ifade ederken her varlığın kendine mahsus ve başkasında bulunmayan nitelikleriyle var olduğunu da belirtir. İnsanın özü işte bu çoklukta, farklılaşan nitelikler bütünündedir.

ÖZ, DOĞA NEDİR?

Bir şeyin özü, doğası, o şeyi o şey yapandır. Düşünce tarihinde, felsefede, metafizik sahada ve varoluşçulukta öz ve doğa üzerine ciddi kafa yoruldu. Heidegger’in varlık-varolan ayrımı ve Batı metafiziğini çıkmazda görmesi o şeyi var kılan ontolojik bağlamı görmemesi üzerine oturur.

Çakının özü kesmektir, peki insanın özü nedir? İsmail Hakkı İzmirli öz ile varlığın ayrı olduğunu Platoncu izahla dile getirirken temel niteliğin asla değişmediğini bildirir. Bu aynı zamanda “sürekli varlığını koruyan” şeydir. Cevher varlığın varlığını sürekli korumasını sağlar.

İnsanın doğası onun varlığını devam ettirir, tasarımlarının değil! Hayatımızı tasarlayamayız, tasarlar gibi yaparız ama onu bütünüyle kendi ideallerimiz, keyfimiz uyarınca yönlendiremeyiz. İnsanın yeri geldiğinde sinen, korkan, geri çekilen yeri geldiğinde acımadan şiddet uygulayan, koparan, ezen, sömüren doğası uzlaşmayı da bilir. Bu çok yönlü hususiyetlerden oluşan özü hayata, şeylere anlam verir, kendini de manalandırır ama illa ki varoluşunu korumasını sağlar.

O yüzden insanın temel önceliği varoluşunu belirleme değil varoluşunu korumaktır! Doğumundan ölümüne kadar bir kişinin yekpare karakter gösterdiğini söyleyemeyiz. Nasıl fiziki yapısı değişiyorsa karakteri, kişiliği, düşünce yapısı, duygu durumu da sürekli yenilenir. İnsanın özü sabit olmamasındadır. Dinamiktir insanoğlu.

Simgesel düzenin işleyişine bağlı olarak “kendine bir varoluş” uydurur, beğenir, yapar.

İnsan gelişimi yani varoluşu, kendini bulması esasında bir bütünlüğe erişme, yetkinleşme sürecini anlatır. İnsanın her duruma göre bir özü kendini belli eder. Evde, aile arasında, iş ortamında, okulda, sokakta aynı özü kullanmaz, göstermez. Doğa bir şeyin ilk, son durumundaki değişmezliği ifade eder.

İnsan söz konusu olduğunda ise ilk hâlini mi yoksa son versiyonunu mu esas alacağımızı düşünürüz. Eskiden bu adam böyle değildi, dediğimizde o adamın eski hâli mi yeni hâli mi özünü yansıtıyor, sorgularız. İnsanın doğası sabit kalmamasındadır çünkü.

ÖZ GÖRÜNÜŞTE Mİ GÖRÜNMEYENDE Mİ?

Niye insanın doğasından bahsetmekte zorlanıyoruz; sürece, zamana tabi tutulduğunda dönüşen, değişen hiçbir şey doğal olamaz zira. Belki bu adamın en son hâli, düşünme ve yaşama biçimi özünü göstermez ama toplamda insanın başı ve sonu itibariyle sürekli değişmesini doğal durumu saymamız gerekir.

İnsanın doğası “ortamı koklaması”nda, şartları gözetip “ne olunması gerekiyorsa onu olmasında”dır. İnsan mazlum edebiyatı yaparken “yanında bulunacağı bir güçlü” arayışını gizlemeyi de ihmal etmez!

İnsanın özü, gösterdiğinde, olduğundadır. Aslında öz görünüştekidir! İnsanın doğasından çok değerine de bakmayı teklif edenler çıkar; bu adamın ne olduğuna bakma, ne olabileceğine odaklan, diyenlere karşı, her kişide her şey olabilecek potansiyel bulunduğunu ifade etmek gerekir. Eline kısa yoldan zengin olma imkânı geçen birinin “günahı-ahlakı” düşünerek olması gerekeni yapıp bunu elinin tersiyle itmesine mi bakarız; bu fırsatı değerlendirdikten sonra hayırseverlik yapmasına, yatsıyı teheccüde ve sabah namazına bağlamasına mı?..

Hannah Arendt’in Kötülüğün Şeffaflığı’nda üzerinde durduğu konu, Nazi davalarındaki kötülüğün karşılıklılığıyla en tepesinden en alt rütbelisine kadar o yapının içindeki insanların “güç istenci” arayışıdır. Eichmann Nazilerin toplama kamplarına Yahudi yollayan bir subaydır. İş hayatında başarısız, gayretsiz, annesiz, Kavgam’ı okumamış, parti programından bîhaber, “niçin SS’lere katılmıyorsun?” sorusuna “neden olmasın?” diyerek girmiş, “kendini göstermiş” sıradan biridir. Eichmann’ın doğasında milyonlarca insanı kamplara gönderme gücü ve iradesi mi yoksa zayıf, karaktersiz, her şeyi yapabilecek zavallılık, lümpen çapsızlığın sisteme dönüşmesi mi bulunur? Basit bir işçi, seyyar satıcı olarak ölmektense İsrail’de yargılanmak daha tercih edilebilir pek çok kişi için.

İnsanın doğasıyla derinliği arasında doğrudan ilişki var; kimde hangi fırtınaların koptuğunu kestirmek zor. Güç istenci, ego, ulu idealler kariyer ve statüye bakmıyor; Heidegger bu sebepten dasein’i biraz da “tasarlama”yla birlikte anar, çünkü dasein olmadığı geçmiş ve henüz olmadığı gelecek arasındadır.

İnsan imkândır. İnsanın bir özü olsaydı bu imkân her daim gerçeklik sahasına çıkardı; kiminde imkân açığa çıkar kiminde potansiyelinde kalır kendisiyle mezara gider!

Devamı Cins’in 2020 Eylül sayısında…

Posted in Genel