Âlemde bütün nesneler arasında bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. Sebepler silsilesi, Tanrı’ya
vardığında durur ve Tanrı bütün nedenlerin nihai nedenidir. Tanrı’nın, var kılan “illet” veya
“neden” kabul edilmesi, İslam düşünce tarihinde filozofların ayırıcı vasfıdır. Zira bu görüş,
hem varlık tasavvurunu (ontoloji) hem de âlem tasavvurunu (kozmoloji) şekillendirir.
ÖMER TÜRKER
Daha önceki yazılarda filozofların genel olarak âlem tasavvurunu özetlemiştik. Aslında aynı tasavvur, bir başlangıç hikâyesi de içerir. İslam’da felsefe geleneğinin âlem tasavvurunun İbn Sînâ’da kemale erdiğine dair hem klasik dönemde hem de modern araştırmacılarda ortak bir kanaat vardır. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar da bu kanaati iyiden iyiye pekiştirdi. Fakat İbn Sînâ sonrasında İşrâkî filozof Şihâbüddin Sühreverdî’nin klasik âlem tasavvuruna katkısı, özellikle bizim konumuz açısından ayrıntıda önemli farklılıklar barındırır. Aşağıda önce İbn Sînâ’nın temsil ettiği Meşşâîlerin âlem tasavvurunu başlangıç sorunu açısından özetleyeceğim. Ardından Sühreverdî felsefesinin farklılıklarına dikkat çekeceğim. Bilhassa insan türünün başlangıç hikâyesinde İslam’ın kurucu filozofu Fârâbî’nin oldukça farklı bir açıklaması vardır. İbn Sînâ ve Sühreverdî’yi özetledikten sonra Fârâbî’nin İslam düşünce geleneğinde takipçisi yok görünen ama derin bir okumada tahmin edilenden daha etkili olduğu fark edilen anlatısını tahlil edeceğim.
Genel olarak İslam döneminde yetişen Meşşâî filozoflar, illiyet teorisi üzerine kurulan bir başlangıç hikâyesi geliştirmiştir. Buna göre âlemde bütün nesneler arasında bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. Sebepler silsilesi, Tanrı’ya vardığında durur ve Tanrı bütün nedenlerin nihai nedenidir. Tanrı’nın, var kılan “illet” veya “neden” kabul edilmesi, İslam düşünce tarihinde filozofların ayırıcı vasfıdır. Zira bu görüş, hem varlık tasavvurunu (ontoloji) hem de âlem tasavvurunu (kozmoloji) şekillendirir…
Devamı Cins 2021 Haziran sayısında.