Mustafa Ulusoy: “Fırtınaya Yakalanan ‘Taklidî Dindarlık’-1”

Uykusuz geceleri başladı. Ya Yaratıcı yoksa? Ya insanın kafasından uydurduğu bir şeyse. Bu düşünceden dehşete kapıldı. Yaratıcı yoksa hayatın tüm cazibesi puf diye sönüyordu. Önce namazları aksattı, hiç içinden gelmiyordu sonra tümden boş verdi. Yıllardır içinde Allah’a bir kırgınlık vardı zaten. Birçok zaman ettiği duaları kabul etmemişti.

MUSTAFA ULUSOY

Maviş gözlü, tatlı dilli, canlı mı canlı, akıllı mı akıllı bir veletti. Adını Mert koyalım kurgu hikâyemizin kahramanının. Yeni beşini bitirmişti ki Sübhaneke’yi ezberledi bir çırpıda dindarların işlettiği bir anaokulunda. Ardından Fatiha geldi. O küçük ağzından surenin her kelimesi tane tane çıkıyor, dinleyenleri mest ediyordu. Mert’in anne babasında bir sevinç bir neşe vardı ki görmeliydiniz.

Mert’in dini eğitimi bununla sınırlı kalmadı. Yedi yaşındayken ilk orucunu tuttu, elbette önce tekne orucu. Açlığın lezzetini tattı. Babasıyla teravih namazlarına gitti. Namazlar her ne kadar uzun sürse de yine de eğlenceliydi. Sekiz yaşına vardığında, babası oğluna özel bir hoca ayarladı Kuran öğretsin diye. Yazın iki ayda Kuran’ı söktü bizim cingöz. Babasının vakti yoktu. İslam’ın ve imanın şartlarını, otuz iki farzı aksatmadan saymayı annesinden öğrendi.

Mert okula başladı. İnkârcılığın temel felsefesiyle tanışacaktı bilmeden, farkına varmadan. Mert şöyle şeyler öğrendi. Güneş bizi ısıtır ve ışık saçar. Dünyanın sıcak olmasının sebebi odur. Dünya kendi etrafında döner. Meyveleri ağaç, yağmuru bulut verir. Karın, yağmurun, dünyanın oluşumunun mekanizmalarını öğrendi. Şunun sebebi budur, bunun sebebi şudur, diye binlerce açıklamayı belleğine kaydetti. Öğretmenlerin ağzından “Yaratıcı” kelimesini din dersi dışında bir kere bile duymadı. Kâinatta olan her hadise ya kendiliğinden olmuş/oluyormuş gibi (kâinatın oluşumu gibi) ya sebep sonuç ilişkileri çerçevesinde-suyun kaynamasının sebebi ateştir/sudur gibi- veya evrim kuramı çerçevesinde açıklamalarla öğrenim hayatı akıp gitti.

Bir değil iki değil üç değil binlerce kere, fizikte, kimyada, coğrafyada zihni Yaratıcısız açıklamalarla iğdiş edildi. Gittiği okulun dindarların yönettiği bir özel okul olması hiç fark etmedi. Her yıl tekrar tekrar ayın, dünyanın, güneşin yörüngesinden sanki bunlar kendiliğinden oluyormuşçasına bahseden yüzlere sayfa okudu. Sınavlarda ter döktü.  Geceleri uykusuz kaldı. Çalışkan bir öğrenciydi.

Mert anne babasının zorlamasıyla da olsa ara ara okuduğu Yasin’inin otuz dokuz ve kırkıncı ayetlerinin “hakikatini” kimselerden duyamadı okulda. Anne babasının da zaten böyle bir açıklama yapmaya niyeti yoktu. Babası iş kolikti annesinin de ufku babadan anneden öğrendiği dindarlık kadardı.

 “Aya da (kendi yörüngesinde birtakım) menziller takdîr ettik; nihâyet (bir menzilinde de eğrilmiş) eski hurma dalı gibi olmuştur. Ne güneşin aya yetişmesi (ona çarpması) kendisine (takdîr edilen nizâma) lâyıktır, ne de gece, gündüzü geride bırakıcıdır. Çünkü her biri (bir itâat ve heybet altında ayrı) bir yörüngede yüzerler.” Yasin 39-40.

Kuran’da bilim de ayın ve güneşin yörüngesinden bahsediyordu. Ama Kuran, menzilin tayin edilişini Yaratıcı’ya atfediyor, bilim ise bu menzilin tayin ediliş şeklini fiziki yasalarla açıklarken fiziki yasaları kimin yarattığına dair bir açıklama getirmiyor o yasaların sahibini hiç anmıyordu.

Mert’in ergenlik dönemi başladı. Hormonları zıp zıp zıpladı. Ergenlik sivilceleri yüzünü kapladı, aklı sorularla dolup taştı. Dünya ellerinin altındaydı çünkü elinden akıllı telefon düşmüyordu. Hayat birden karşısındaydı. Bu yaman bir karşılaşmaydı. Ne yapacaktı bu hayatta? Anlamı neydi? Allah niye yollamıştı ki onu, onca dert ve tasa kumkuması, gam ve keder fabrikası bu kahrolası dünyaya?  

Devamı Cins’in 2021 Mart sayısında…

Posted in Genel