Ömer Türker: “Tarihçilerin Başlangıç Hikâyesi”

İslam düşünce geleneğinde sözü edilen anlatıyı hakiki anlamıyla bütüncül bir evren tarihine dönüştüren ve bir dünya tarihi tasavvurunun mukaddimesi hâline getirenler, gerçekte tarihçilerdir. Bunun en önemli sebebi, tarih kitaplarının karakteridir. Tarih kitapları, tefsir kitaplarından farklı olarak, bir konuyu tarihçinin ilgisi, bilgisi ve inşa gücüne bağlı olarak bütüncül şekilde anlatmaya imkân verir ve daha elverişli bir anlatım gücüne sahiptir.

ÖMER TÜRKER

Kurân ve hâdislerde yaratılışın başlangıcı, aşamaları, süresi ve sonu hakkında epeyce açıklama bulunur. Bu açıklamalar, erken dönemden itibaren bilhassa müfessir, muhaddis ve tarihçilerin dikkatini çekmiş ve İsrailiyyat sayılan bir kısım verilerle de meşbu hâle getirilerek işlenmiştir. Fakat muhaddislerin bir haberi kabul etme şartları, müfessir ve tarihçilere nispetle daha ağırdır. Bu bakımdan İslam’ın genel olarak âlem tasavvuru ve dünya tarihi anlayışının şekillendiği ilk metinler erken dönem tefsirleri ve tarih metinleridir. Özellikle tefsir metinlerinin genel bir tarih tasavvurunu kurmaya elverişli olmasının esaslı bir sebebi vardır: Bizzat Kurân’da bütün âlemin yaratışını konu edinen ayetler vardır ve bunların nasıl anlaşılacağı başından beri müfessirlerin ana uğraşlarından biri olagelmiştir. Bu bağlamda müfessirler, yaratışın başlangıcı, aşamaları ve sürekliliği, insanın mükellef kılınması ve akıbeti hakkında rivayetleri derleyerek ilgili ayetlerin yorumunun bir parçası hâline getirmişlerdir.

Fakat tefsirlerde ilgili ayetlerde açıklama yapıldığından anlatının bütünlüğünü oluşturma, okuyucuya bırakılır ve okuyucu dikkati ölçüsünce müfessirin zihnindeki bütünlüğü keşfedip kendi zihninde yeniden inşa edilebilir. Diğer deyişle tefsir, doğası gereği parçalı açıklama yapar ve parçaları birleştirme işini okuyucuya havale eder. Mesela günümüze ulaşan ilk tam tefsir olan Mukâtil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) et-Tefsîru’l-Kebîr’inde oldukça ayrıntılı bir başlangıç hikâyesi barındıran pek çok nakil bulunmaktadır. Fakat bu nakiller, ilgili ayetlere dağılmış durumdadır ve özel olarak tecrit edilmesi gerekir. Bu bakımdan İslam’da başlangıç hikâyesinin veya kapsamlı bir âlem tasavvurunun oluşumu, oldukça eskiye gider. Zira Mukâtil b. Süleyman 80//699 yılı civarında doğmuştur ve en azından döneminde belirli çevrelerde kabul gören anlatıları bir araya getirmiştir. Mukâtil’in nakillerinin önemli bir kısmı, İbn Abbas gibi meşhur sahabilere veya tabiînin önde gelen isimlerine dayanır.

Erken dönem tefsir kitaplarında gördüğümüz bütüncül anlatının kelâm kitaplarında karşılık bulmadığını belirtmek gerekir.  Bunun muhtemel sebeplerinden biri, kesin bilgi arayışında olan Mutezile kelâmcılarının ilgili ayet ve hâdisleri müteşâbih kabul edip âlem tasavvurunu tamamen hudûs, parçacık ve yoktan yaratma kavramları üzerine inşa etmeleridir. Hatta İslam düşünce tarihi boyunca kelâm geleneği daima bu kapsamda değerlendirilebilecek ayetlere kayıtsız kalmış, naslarla irtibatlarını yalnızca mevcutların vücuda gelmesi ve sürekliliği hususunda temel ilkelerin istihracıyla sınırlamıştır. Bu bakımdan erken tefsirlerde ve hadis mecmualarında bulduğumuz verilerin kelâmcılar tarafından neredeyse hiçbir şekilde dikkate alınmadığını ve kelâmın âlem tasavvurunun inşasında dikkate değer bir etkisi bulunmadığını söylemek mümkündür. Kelâmcılar yaratılışla ilgili hadisleri, mütevatir olmadığı için dikkate almamışlar, ayetleri ise yoruma muhtaç kabul ederek tefsir faaliyeti kapsamında değerlendirmişlerdir.

İslam düşünce geleneğinde sözü edilen anlatıyı hakiki anlamıyla bütüncül bir evren tarihine dönüştüren ve bir dünya tarihi tasavvurunun mukaddimesi hâline getirenler, gerçekte tarihçilerdir. Bunun en önemli sebebi, tarih kitaplarının karakteridir. Tarih kitapları, tefsir kitaplarından farklı olarak, bir konuyu tarihçinin ilgisi, bilgisi ve inşa gücüne bağlı olarak bütüncül şekilde anlatmaya imkân verir ve daha elverişli bir anlatım gücüne sahiptir. Bu bakımdan başlangıçta İslam tarihçilerinin daha çok siyer, megâzi ve nesep bilgisine hasredilmiş mesaisi, süreç içinde dünya tarihi tasavvuruna imkân verecek şekilde gelişmiştir. Hicrî üçüncü (Milâdî dokuzuncu) asırda bir umumi tarihçilik yaklaşımı gelişmiştir. Muhammed b. Habîb (ö. 245/860) el-Münemmak fî ahbârî Kureyş isimli eserinde Hz. Âdem’den başlayarak bütün peygamberlerin ve Kureyş kabilesinin soy kütüğüne ilişkin bilgi verir.  Bu eser, erken bir dünya tarihi kurgusudur. Taberî’nin (224/839 – 310/923) Târîhu’l-ümem ve mülûk adlı eseri yaratılıştan 302 (915) tarihine kadarki olayları anlatan mütekâmil bir dünya tarihidir. 290 (903)  – 303 (915-16) yılında kaleme alınan ve Taberî’ye “tarihçilerin babası” ve “tarihçilerin piri” unvanlarını kazandıran bu eser, İslam tarihçiliğinde de müstakil bir ekol oluşturmuştur. Ebû Hanife ed-Dîneverî’nin  (ö. 282/895) el-Ahbâru’t-tıvâl adlı kitabı, Hz. Âdem’den başlayarak sonraki bütün peygamberleri ve milletlerin tarihini ihtiva eden bir dünya tarihi kitabıdır. Ali b. Hüseyin el-Mesûdî (280/893 – 345/956) Mürûcu’z-zeheb adlı eseri de Hz. Âdem’den başlayıp peygamberleri, ardından coğrafi bölgeleri, bitki ve hayvan türlerini ve milletler tarihini ele alır. Dolayısıyla bu eser de bir dünya tarihi olarak kurgulanmıştır ve kültürel unsurlara daha fazla yer vermesiyle temayüz ederek sonraki dönemde farklı bir tarihçilik anlayışının gelişmesine vesile olmuştur. Saîd b. Bıtrîḳ’ın  (263/877 – 328/940) et-Târîḫu’l-mecmûʿ adlı eseri de bir dünya tarihi olarak tasarlanmıştır.

Bu eserler arasında Taberî’nin Târîhu’l-ümem ve mülûk adlı eserinin hususi bir yeri vardır. Zira bu eser, yaratılışın başlangıcına ve insanın tarihine ilişkin kapsamlı bir hikâye barındırır. Kitabın mukaddimesinde peygamberler ve hükümdarlardan her birinin hayatını ayrıntılı bir şekilde anlatmayı taahhüt eden Taberî şöyle der:

“Bu bilgilerden önce yazılması uygun ve münasip görüleni baş tarafa geçirerek zamanı, onun başlangıcını ve sonunu anlatacağım. Yüce Tanrı zamanı yaratmadan önce ondan başka bir şey var mıydı, zaman fani midir? Zaman yok olduktan sonra Tanrının yüce ve kutlu olan zatından başka herhangi bir varlık kalacak mıdır? Yüce Tanrı zamanı yaratmadan önce ne gibi bir varlık mevcuttu? Zaman yok olduktan sonra ne kalacak? Sonra onu nasıl yarattı, o nasıl yok olacaktır?” [1]

Bu açıklamalardan sonra Taberî önce yönteme ilişkin bir açıklama yaparak eserde aktarılan bilgi ve haberlerin pek azı hariç tamamının senetleriyle birlikte verilmiş rivayetlere dayandığını, zira sözü edilen kişi ve olayların akıl ve istidlâlle bilinmeye elverişli olmadığını, bu haberleri gerçek dışı bulanların veya yadırgayanların, açıklamaların tamamen rivayetlere dayalı olduğunu dikkate alması gerektiğini belirtir. Yönteme dair bu izah, bizim buradaki meselemiz açısından hususi bir öneme sahiptir. Çünkü Taberî’nin yaratılış ve ilişkili meselelerdeki açıklamaları, tamamen rivayetlerden örülür. O, her bir konu hakkında birbirinden farklı rivayetleri sıralar ve içlerinden kendi şartlarına göre en sahihi hangisi ise onu tercihe der. Bu sebeple aşağıda yalnızca Taberî’nin tercih ettiği rivayetlerin oluşturduğu bütünlüğü arz etmeye çalışacağım.


[1] Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zâkir Kadirî Ugan ve Ahmet Temir, İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2019, I, 20.

Devamı Cins’in 2021 Şubat sayısında…

Posted in Genel