Marjorie Perloff’un “Radikal Zanaat: Medya Çağında Şiir Yazmak” Adlı Eserinin Önsözü

Marjorie Perloff çağımızın en başta gelen şiir eleştirmenlerindendir ve bu alanda pek çok, makale ve kitap yayımlamış bir araştımacıdır.   Yazarın orijinal adı Radical Artifice: Writing Poetry in the Age of Media olan ve yakında Ketebe Yayınları’ndan  Radikal Zanaat: Medya Çağında Şiir Yazmak adıyla çıkacak kitabı, 1992 yılında yayımlanmış ve yazarın önemli eserlerinden biri hâline gelmiştir. İçinde pek çok şairin çalışmalarının tartışıldığı bu kitabın odak noktası ise, Amerikalı şair John Cage’dir. Medya ve şiir arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceleyen ve bu ilişkinin tüm etki ve sonuçlarını ele alan kitabın ön sözünü Cins okurları için Ahmed Ölmez Türkçeye çevirdi.

CİNS İÇİN ÇEVİREN: AHMED ÖLMEZ

1988 senesi bahar dönemi. Postmodern şiir ve teorinin arayüzü (kısaca Poeteori veya Teoripo) üzerine verdiğim İngilizce yüksek lisans dersinde öğrenciler John Cage, Robert Smithson ile beraber Roland Barthes’in İşaretler İmparatorluğu, Charles Bernstein’in İçeriğin Rüyası, Susan Howe’ın Benim Emily Dickinson’ım, Jacques Derrida’nın Kartpostal, Steve McCaffery’nin Niyet ve Hücrenin Kuzeyinde ve Lyn Hejinian’ın Yazmak Hafızaya Bir Yardımdır adlı eserlerini okuyorlardı. Dersimize konu olan metinler bazen epey kapalı olabiliyordu. Bir gün derste, Yugoslavya’dan ABD’ye yeni gelmiş olan bir öğrencim “Neden Kafka gibi yazamıyorlar?” diye sitemle sordu.

Sahi neden böyleydi? Öğrencinin demek istediği, anlamı her ne kadar zor, atıflar zinciri her ne kadar karmaşık, tarzı her ne kadar muğlak olsa da Kafka, söz dizini fevkalade akıcı nesirler yazıyordu. “Birileri Joseph K. hakkında iftira atıyor olmalıydı zira hiçbir hata yapmamasına rağmen o, güzel bir sabah vakti gözaltına alınmıştı.” Dava‘nın giriş cümlesinde birçok gizem ve karmaşıklık olsa da, edilgen eylem olan “gözaltına alınmıştı”nın öznesi bir zamir olan “o” idi ve “güzel” sıfatı, bir isim olan “sabah”ı betimliyordu. Peki Diane Ward’ın “Birsiz Asla” adlı eserindeki şu cümleye ne demeli: “Karanlık pencerelerin içinde gerçekler tarafından takip edilen bir liste içimizde kıyasen üşüyerek patlıyordu”? Kelimeler bize yeterince aşina, hatta olağan geliyor; ama hangisi hangisiyle ne şekilde uyuşuyor?

Bu tür “cümle”lerle ilk karşılaştığımızda, özellikle bütün paragraf veya sayfa bunlarla doluysa, kendimizi aldatılmış gibi hissederiz. Sözde umumi kanaate göre piyasada Dekonstrüksiyon ile karanlık bir bağı olan birkaç kendini beğenmiş şair (buna Objektivistler ve Somut şairlerden “Language” ekolüne kadar herkes dâhildir ve John Ashbery de bu grupların tam ortasında yer almaktadır) anlamsız ve fiyakalı çöpleri edebiyat diye ortaya sürüyor. Meseleyi hakkını vererek anlatacak olursak, modernizmin köşetaşlarından olan doğal ve şeffaf şiire duyulan talep (Pound’un meşhur “şeyin doğrudan muamelesi” söylemi) belirsiz sebeplerden dolayı güçlü bir modernizme değil de on dokuzuncu yüzyıl sonu edebiyatı ile ilişkilendirilebilecek bir zanaate mahal verdi. Sebebi muayyen olmamakla birlikte, yazılan şiirlerin (yahut sözde şiirlerin) önemli bir kısmı sözdizimi tuhaf, lisanı örtülü ve şekil olarak müziksel değil de matematiksel olduğu için zor anlaşılıyor.

Günümüz yazarları neden Kafka gibi yazamıyorlar? Ya da en azından Robert Lowell veya dönemimizde yaşayan Seamus Heaney gibi? Burada radikal zanaatin şiiri olarak adlandıracağım şey, belki gelecekte var olmayacak; ama şimdilik bir virüs gibi her yerde karşımıza çıkıyor: İngiltere’de Tom Raworth, Jeremy Prynne ve Allen Fisher’ın eselerinde; Fransa’da Georges Perec etrafında toplanan Oulipo grubunda ve şair-entelektüel olarak bilinen Emmanuel Hocquard, Claude Royet-Journaud, Jacques Roubaud ve Anne-Marie Albiach’ta; Sovyetler Birliği’nde Arkadii Dragomoschenko, Alexei Parshchikov ve Dmitry Prigov’un “kavramsal” şiirlerinde; İspanya’daki Zasterle Yayınevi’nin ciltlerinde ve Pagina gibi dergilerde. Belki de aralarında en ilginç olanı, ABD’deki eşlenikleriyle doğrudan bir bağı olmaksızın ellili ve altmışlı yılların Somut şiir akımı ve ses-metin şiir ile performans eserlerinin tezahür ettiği Kanada’dır; Raddle Moon, Writing, Rampike ve Tessea gibi dergilerde bu zengin ve can alıcı deneyselliğin delillerini görebiliyoruz. Avustralya’da da Scripsi ve Meanjin gibi yayınlarda bunun benzerlerini görüyoruz. “Doğal görünüş”ten sapma akademik bir komplodan ibaretse (Derrideacılar/Foucaultcular ve Language şairleri birleşin!) o hâlde bu komplonun tuhaf uluslararası bir tabanı var.

Şiir ve teori ne sebeple uzlaşıyor? Artık yaftaları bir kenara bırakıp yirminci yüzyılın sonuna doğru şiir yazımının ne hâle geldiğini ele almalıyız. Gerçek şu ki -ve bu sebeple Avustralya, İspanya ve hatta Japonya’daki durum Amerika’dakine benzemektedir- artık elektronik bir kültürde yaşıyoruz. Bu oldukça bariz bir şey; ama “yüksek” sanatların en kendine mahsus ve en muhafazakarı olan lirik şiirin, elektronik medya ile arasındaki etkileşimini henüz anlayabilmiş değiliz.

Bize genelde postmodernizmin, yüksek sanat ve kitle kültürü arasındaki “büyük ayrılık” paradigmasının (Andreas Huyssen’in tabiri) çöküşünü temsil ettiği söylenmiştir. Modern eleştirmenler, bu paradigmanın apaçık ortada olduğunu iddia ediyorlar. Bunu söyleyenler arasında Frankfurt ekolüne mensup kimseler de var. Rosalind Krauss’un kaleminden okuyacak olursak, artık “yüceltme modeli”ni, yani “sanatın görevi tecrübeyi yüceltmek veya dönüştürmektir, onu olağandan olağanüstüye, aleladeden fevkaladeye, alçaktan yükseğe kaldırmaktır; bunu sanatkârın özel dehası, yani bu görevi yerine getirmek için sahip olduğu yetenekleri sağlar.” (October 56 [Bahar 1991]: 3) şeklindeki düşünceyi kabul etmiyoruz.

Mesele popüler kültürü ele almaya gelince, alternatif modellerin, kendini “sanat” addeden eserlerden daha başarılı olduğunu görüyoruz. Yeni çıkan Madonna filmi, televizyon dizisi, deodorant reklamı, graffiti -zamanında Donne’un şiirini ve Flaubert’in kurgularını incelerken gösterilen itina bunlara da gösteriliyor. Fakat küçük yayınevlerinin şiir dizileri, sanat kitapları, video-şiirler, “yeni müzik” tertibatı- bütün “yere indirme” modelleri hakkındaki tartışmalara ve yüksek/alçak geçişlerine rağmen, bu sıralanan formlar gözümüzden kaçıyor. Mesela Jasper Johns’un çinili Amerikan bayrağı resmi “gerçek” bayrağın, mahalle direklerinde rüzgarla dalgalandığı renkli fotoğraflarıyla açık bir şekilde bir benzerlik taşıyor, fakat bu ikisi arasındaki benzerlik değil de farklılık bizim ilgimizi çekiyor ve ikincisinden ziyade ilkine “sanat” diyoruz.

Devamı Cins Ocak 2019 sayısında…

Posted in Genel