İbrahim Halil Üçer: “Atlas, Kurucu Hafızamızı Bugünle İrtibatlandıracak Bir Süreklilik İnşa Edecek”

İslam Düşünce Atlası’nı ifade eden iki cümle var. Biri, “Parçaları yeniden birleştir ve küreyi keşfet”, diğeri ise “hatırla ve kendi hikâyeni yazmaya başla.” İslam Düşünce Atlası üç ciltlik, yaklaşık bin beş yüz sayfalık bir kitap ve web tabanlı programlar içeren açık erişimli bir web sitesi aracılığıyla, İslam düşünce tarihini zaman-mekân-öğreti-ekol değişkenleri etrafında, bütüncül bir yolla anlatmayı amaçlıyor. Bu yönüyle Atlas’ın bizi bütüncül bir coğrafyaya ve kesintisiz bir zamansal sürekliliğe davet eden yeni bir düşünce tarihi yazımı önerisi olduğunu söyleyebiliriz.

SÖYLEŞİ: YUSUF GENÇ

İslam Düşünce Atlası projesi, sizin editörlüğünü yaptığınız olağanüstü bir çabaydı ve geçtiğimiz günlerde kamuoyunda kendisine epeyce yer buldu. Önce projenin arka planını konuşalım istiyoruz. Ne üzerine dört yıl boyunca sizi uğraştıracak bu projeye girişmeye karar verdiniz?

Bu proje İlmî Etüdler Derneği’nde, Konya Büyükşehir Belediyesi’nin destekleriyle gerçekleşti. Böyle bir projeye girişmemizin birçok sebebi var. Kurumsal ya da tarihsel bütün gerekçeleri önceleyen ve anlamlı kılan ilk gerekçe, varoluşsaldır. İki tür parçalanmışlık içerisinde sürdürüyoruz hayatımızı (nasıl sürdürüyorsak!). Bunlardan birincisi gündelik yaşantımıza eşlik eden maddî ve manevi öğelerin, hayatiyet buldukları bütünlüğün uzağına düşerek parçalar halinde dağılmış ve gerçek anlamlarını yitirmiş olmasıdır. Bu durum sözgelimi Kırşehir’deki Cacabey medresesini sırf birkaç sütuncesi roketi andırdığı için değerli hale getiriyor, böyle bir imkândan yoksun Sivas Çifte Minareli Medrese’nin kaderini ise bir kafeye dönüşmeye mahkûm ediyor. Başka bir örnek, bilimsel metinlerden gelsin. İslam felsefe tarihinin yüzyıllar boyunca belki de en çok okunan isimlerinden, 1277 senesinde vefat etmiş Necmeddîn Kâtibî’nin kendi el yazısıyla kaleme aldığı eşsiz bir felsefe eseri İstanbul’da, Köprülü Kütüphanesi’nde bulunuyor. Çoğu kimsenin bundan haberi yoktur. Zannediyorum Descartes’ın bırakınız bir eseri, kendi el yazısıyla birkaç sayfalık mektubu İstanbul’da bulunsaydı ziyaret için kuyruklar oluşurdu sergilendiği yerde. Daha önce birkaç yerde de söylemiştim, bir ev fikrinden yoksun olan kişi için pencere hiçbir şey ifade etmez. Cacabey de, Çifte Minareli de, Kâtibî’nin eseri de bizim için bir pencere hükmünde. Fakat ne yazık ki bir ev tasavvurumuz yok ve bize yeni ufukları gösterme imkânına sahip bu pencereler büyük bir anlamsızlığa gömülüp gidiyor. İslam Düşünce Atlası’nda giriştiğimiz çabayı yönlendiren temel fikirlerden biri buydu: Evimize dönmek.

Fakat evi inşa idrak ve inşa eden de fikirdir. Parçalanmışlık sadece zihnimizin dışındaki bir gerçeklik alanıyla ilgili değil. Bizzat zihnimiz, çeliştikleri halde yanyana durmaktan hiç rahatsızlık duymayan bir sürü önermeye aynı anda sahiplik edebiliyor. Asıl endişe verici olan şey, sağlıklı bir kafayı çıldırtacak bu durumun, bizim konforumuzu hiç bozmuyor olmasıdır. Bizi hikâyeye sevk eden iki unsur böylece netleşiyor: Kafamızı toparlamadan etrafı, etrafı toparlamadan da kafamızı toparlayamayacağımızı fark etmiş olmak. Daha fazla avareliğin kimseye faydası yok.

Aslında ekibi de merak ediyoruz. Oldukça büyük bir kadro ve uzun bir hikâye var burada…

Bize yol arkadaşlığı yapan kurumlar ve hocalarımızla ilgili şunu söylemeliyim: Böyle bir çalışmada birlikte yol alabileceğimize dair umut veren varlıkları olmasaydı Atlas’ı hiçbir zaman hayal edemezdik. Onların varlığı, bize hayal etme cesareti bahşetti. İLEM’in varlığı, projeye giriştiğimiz esnada İLEM başkanlığını yürüten Lütfi Sunar’ın cesaretlendirici teşviği, dostum Ümit Güneş’in çalışmanın matematiğini çözen yılmaz yol arkadaşlığı, Dursun Özyürek’in yılmaz takibi, son iki yıl boyunca İLEM başkanlığını üstlenen Süleyman Güder’in çabaları ve Konya Büyükşehir Belediyesi’nin desteği çok önemli. Hocalara geleceğim ama projenin bedene kavuşmasını mümkün kılan bir anı özellikle paylaşmak isterim. İLEM’de oturup kafa patlattık ve bu işe girişmeye karar verdik. Ama önümüzde öyle çok uzun süreler olmadığını biliyoruz (o zamanlar dört yıl boyunca bütün mesaimizi bu işe harcayacağımızı henüz hesap edememiştik!). Aklımdan, çalışma üzerine birlikte kafa patlatacağımız ve ilk adımlarını birlikte atacağımız bir grup arkadaşı aramak ve on gün boyunca her şeyden uzaklaşıp bir dağa çıkmayı teklif etmek geçti. Niyetim işin gidişatını istişare edeceğimiz ve ardından ilk adımları atarak yoğun bir yazım faaliyetine gireceğimiz sıkı bir kampa girmekti. Mevsim yaz ve herkes tatilde. Tek tek aradım arkadaşları ve ilave bir girizgaha kapalı bir biçimde “beklediğimiz an geldi, filanca tarihte filanca arkadaşlarla dağa çıkıyoruz ve on gün şehre kapalıyız” diyerek davetimi ilettim. Hiçbiri ilave bir soru sorarak “nereye” demedi. Tatillerini yarıda bırakıp İstanbul’dan, Sivas’tan, Erzurum’dan, Muş’tan kalkıp geldiler. Gerekli hazırlıklar ertesinde çalışmaya başladık ve Atlas’ın ilk adımlarını bu bereketli kampta attık.

İhsan Fazlıoğlu Hoca süreç boyunca yanımızda oldu, hem en zor zamanlarında yazdığı ve İslam dünyasında aklî ilimlerin tarihini yeniden değerlendirmemizi sağlayan yazılarla hem de karşılaştığımız sorunlarla ilgili yol göstericiliğiyle Atlas’a eşsiz katkılar yaptı. Ömer Türker Hoca çalışmanın omurgasını teşkil eden meselelerle ilgili uzun tartışma ve okumalarımızın eşsiz hasılasını Atlas’a yansıtma hususunda çok cömertti. Eşref Altaş, M. Cüneyt Kaya, Hayrettin Nebi Güdekli, Tahsin Görgün, Hacı Bayram Başer, Ekrem Demirli, Ercan Alkan ve isimlerini tek tek saymaktan yorulmayacağım çok kıymetli isimler Atlas’a desteklerini süreç boyunca sürdürdüler.

Atlas’ta sadece felsefeciler, matematikçiler, kelamcılar, sufiler ya da dilci ve usulcüler yer almıyor. Şairler, hattatlar, musikişinaslar, mimarlar, mimari eserler, kurumlar ve şehirler de var. Halil İbrahim Düzenli, Emin Selçuk Taşar ve Enes Gülcan mimari eserlerin hikâyesini, Selahattin Polatoğlu kurumların, Nurullah Özdem hattatların, Mehmet Öncel’in öncülüğündeki çok kıymetli hocalarımız musikişinasların, Berat Açıl ve Kayahan Özgül gibi hocalar merkezinde teşekkül eden bir ekip ise edebiyatçıların hikâyesini bizimle paylaştı. Şehirler ve havzalarla ilgili olarak Osman G. Özgüdenli, Abdulkadir Macit, Yunus Çolak, Selahattin Polatoğlu, Suat Kaymak ve onlara eşlik eden onlarca arkadaş çok yoğun katkılarda bulundu.

Son olarak Atlas’ı Atlas yapan katkılar için haritalarımızı çizen Erol Polat’tan ve eşsiz tasarımlarıyla Muhammet Nur Anbarlı’dan bahsetmeliyim. Bahsedecek o kadar çok isim var ki, sadece şunu söyleyebilirim; gerçekten de sadece biri bile olmasaydı bu çalışma eksik kalırdı. Hepsine şükran borçluyuz.

Projenin mimarı olarak doğrudan sizden dinleyelim o halde. Nedir İslam Düşünce Atlası? Hiç işitmemiş olanlar ne anlamalı bundan?

İslam Düşünce Atlası’nı ifade eden iki cümle var. Biri, “Parçaları yeniden birleştir ve küreyi keşfet”, diğeri ise “hatırla ve kendi hikâyeni yazmaya başla.” İslam Düşünce Atlası üç ciltlik, yaklaşık bin beş yüz sayfalık bir kitap ve web tabanlı programlar içeren açık erişimli bir web sitesi aracılığıyla, İslam düşünce tarihini zaman-mekân-öğreti-ekol değişkenleri etrafında, bütüncül bir yolla anlatmayı amaçlıyor. Bu yönüyle Atlas’ın bizi bütüncül bir coğrafyaya ve kesintisiz bir zamansal sürekliliğe davet eden yeni bir düşünce tarihi yazımı önerisi olduğunu söyleyebiliriz.

Bütün hikâyemiz içinde ‘yeni’ olan ne var burada?

İslam Düşünce Atlası’nın özellikle hem form hem muhteva bakımından çok yeni bir tarafı var. Özellikle web sitesinde kullandığımız teknikler ve İslam düşünce tarihini anlatmak üzere kurguladığımız programlar, İslam düşüncesiyle ilgili oluşmuş yüksek seviyeli ilmî birikimi herkes için ulaşılabilir hale getirerek kültürel bir malumata dönüştürecek. Bu, çok önemsediğimiz bir şey. Atlas, web sitesindeki çeşitli programlar üzerinden, liseden lisansüstü öğretim seviyesine kadar birçok aşamada kullanılabilecek şekilde tasarlandı. İslam düşünce tarihinin, zannediyorum sadece Türkçede değil genel olarak küre ölçeğinde ilk defa böyle bir teknik ve bütünlük içerisinde anlatılmış olmasını bir tarafa bırakarak sadece şu birkaç hususa dikkat çekmiş olayım.

Öncelikle Atlas İslam düşünce tarihini genel felsefe ve düşünce tarihi içerisinde doğru bir şekilde konumlandırmaya çalışıyor. Bu sayede, küre ölçeğinde yaklaşık bin yıl boyunca felsefe-bilim tarihinin ana merkezi haline gelmiş İslam coğrafyasında üretilen birikimin düşünce tarihi açısından hak ettiği yeri kazanacağına inanıyoruz. Bugün Türkiye’de okutulan genel felsefe-bilim tarihi kitaplarına bakarsanız, yaklaşık bin yıllık bir felsefe-bilim geleneğinin yutulduğunu görürsünüz. Yuttuğumuz, kendi hafızamızdan başka bir şey değildir. Karşı karşıya kaldığımız felsefî, siyasi veya kültürel meydan okumaların üstesinden gelmemizi sağlayacak bir muhasebe yerine, hafızasızlıkla birlikte boş bir levhaya dönüşen zihinlerimiz çaresizce yansıtma ve tekrarı seçmiştir. Bunun bize en acı maliyeti, bu topraklarda yaşayan insanların düşünmeye yönelik cesaretsizliği ve kendi hikayelerine dair indirgemeci tutumlarıdır. İslam Düşünce Atlası’nın bu geleneğe mensubiyet duyan herkes için hatırlayarak kendi hikayesini yazmaya cesaret kazanacağı bir başlangıç noktası vereceğine inanıyoruz.

Üstesinden gelmeye çalıştığımız ikinci şey, genel felsefe-bilim tarihi içerisinde İslam düşüncesini göremeyen herhangi birinin bu kez bizzat İslam felsefe-bilim tarihiyle ilgili kitaplara baktığında yaşadığı bir şaşkınlıktır. Şaşkınlık şundan kaynaklanır, hangi dilde olursa olsun, İslam felsefe-bilim tarihi kitapları düşünce tarihimizi başlangıcından on ikinci yüzyıla kadar getirir ve orada bırakırlar. İslam’ın ilk altı asrında ne olduğunu öğrenir, fakat kalan sekiz asırda ne olduğu sorusu cevapsız bırakılır. Bu nedenle Selçuklu, Osmanlı, Timurlu, Babür ve Safevi dönemi düşünce hareketlilikleriyle ilgili İslam düşünce tarihi metinlerinin kurabileceği çok az cümle vardır. Bu durum İslam düşünce tarihini, anlamlı bir şekilde eklemlenebileceğimiz zaman-mekansal bütünlükten yoksun hale getirir. İslam Düşünce Atlası ile başarmayı umduğumuz ikinci şey, düşünce tarihimize ilişkin başlangıcından bugüne kesintisiz ve anlamlı bir hikaye elde etmektir. Özellikle Atlas’ta teklif ettiğimiz, İslam düşünce tarihine dair yeni dönemlendirme ve ona uygun bir şekilde inşa edilen düşünce tarihi yazımı bu amaca bizi götüreceğini düşündüğümüz en önemli unsurlar arasında yer alıyor.

İslam Düşünce Atlası’nın aslında en önemli önerisi, yaptığı teklif. Yeni bir dönemlendirme teklifinde bulunuyorsunuz burada. Önce mevcudu anlamak isteriz. Şu anda serüvenimizi nasıl ele alıyoruz? 

Dönemlendirme Atlas’ın en önemli bileşenlerinden biri. Dönemlendirme yaparken İslam düşünce tarihini kendi iç dinamikleri etrafında ele almaya ve bugüne ulaşacak bir süreklilik dahilinde değerlendirmeye çalıştık. Buradaki dönemlendirme İslam düşünce geleneğindeki teorik disiplinlerin konu, problem, yöntem, kapsam ve bölümsel sıradüzeni açısından geçirdiği süreklilik ve dönüşümleri merkeze alıyor ve amaç olarak da bu süreklilikler ve dönüşümleri tespit etmeyi seçiyor.

Kuşkusuz her türden dönemlendirme teklifi bugünden geçmişe doğru yönelen nazarî bir bakıştan kaynaklanır ve sadece tarihsel süreci değil, bugün nerede olduğumuzu ve yarın nereye doğru gideceğimizi de anlamaya çalışır. 19. yüzyıldan başlayarak bugünü de kapsayan uzunca bir süre, karşı karşıya kaldığımız siyasi, kültürel ve entelektüel meydan okumaların nasıl üstesinden geleceğimize dair arayışlarla temsil ediliyor. Bu bakımdan içinde bulunduğumuz evreyi Arayışlar Dönemi olarak değerlendirebiliriz. Henüz 21. yüzyılın eşiğindeyiz ve bu arayışların nereye doğru evrileceğiyle ilgili kesin bir öngörüde bulunmak mümkün değil. Ümidimiz 21. yüzyılın İslam düşünce tarihi açısından yeni bir dönemin kapısını aralaması. Bunun için yapacak çok şey var. “Teklif”imize şeksiz bir itimat ve bu itimadı herkes için umut kaynağı haline getirecek bir şekilde onu tarif ve temsil, en temel vazifelerimiz arasında yer alıyor. Ayrıca şunu da söylemeden geçmeyeyim; ancak arayışlarımızın istikametini belirginleştirdiğimiz zaman bulduğumuz şeyin gerçekten aradığımız şey olduğunu idrak edebiliriz. Bu istikameti belirgin ve açık hale getirme çabası, yeni dönemi mümkün hale getirir inşallah.

Sizin yaptığınız yeni dönemlendirme teklifi nasıl?

İslam düşünce tarihini dört ana dönem içerisinde ele alıyoruz. 7 ile 11. Yüzyıllar arası ‘Klasik Dönem’ olarak adlandırılıyor. İslam düşünce geleneğindeki temel bilimsel disiplinlerin teşekkül ettiği ve sonraki yüzyıllar boyunca ortak bir referans noktasına dönüşecek klasik metinlerin verildiği evre. 12 ile 16. Yüzyıllar arası ise ‘Yenilenme Dönemi’ olarak tanımlanıyor. Bu nispeten uzun dönemin iki alt evresi var. 12 ile 14. Yüzyıllar arası ‘Erken Yenilenme Dönemi’ olarak değerlendirilip yöntemlerin inkişafı ve ikinci klasiklerin ortaya çıkışıyla karakterize ediliyor. 15 ve 16. Yüzyıllar ise ‘Geç Yenilenme Dönemi’ olarak belirleniyor ve bir önceki evrede inkişaf eden yöntemlerin bütünleşme teşebbüsleriyle anlaşılır hale geliyor. 17 ve 18. Yüzyıllar ‘Muhasebe Dönemi’ne tekabül ediyor. Bu dönem boyunca, 17. Yüzyıl bizzat İslam düşünce geleneği içerisinde üretilmiş birikime işaretle “kadîm”e, 18. Yüzyıl ise Batı’da üretilen yeni bilme ve eyleme biçimlerine işaretle “cedîd”e nispetle muhasebeyi örnekler. Her zaman mimariden örnek bulamayız ama zihne yakınlaştırmak için, 17. Yüzyılın yönelimlerini Sultanahmet Camii, 18. Yüzyılın yönelimlerini ise Nuruosmaniye Camii’ndeki üslupta takip edebileceğimizi söyleyebilirim. Nihayet bugünü de içine alacak şekilde 19. Ve 20. Yüzyıllar ‘Arayışlar Dönemi’ne karşılık geliyor.

Bu yeni bölümlendirme bize ne sağlayacak peki?

Genel olarak İslam kültürü, bir tür tarih ve coğrafya hırsızlığı ile maluldür. Özellikle Avrupa-merkezci tarih yazımı, dünya tarihini Avrupa’daki gelişmeleri doğuracak bir biçimde örgütleyerek kaleme alır. Bundan İslam düşünce tarihi yazıcılığı da nasibini almıştır. Düşünce tarihimiz Avrupa’yı etkilediği oranda makbul sayılmış, Avrupa’ya doğrudan etkisi gözlenmeyen dönemler tarih dışına atılmıştır. Söz gelimi on dördüncü, on beşinci ya da on altıncı yüzyıllar bir İslam düşünce tarihçisi için kayıp yüzyıllardır. Bu yüzyıllar hakkında bugün çok az insanın, düşünce tarihi açısından söyleyebilecek birkaç cümlesi bulunur. On iki ile on dördüncü yüzyıl arasına tekabül eden ve Erken Yenilenme Dönemi olarak adlandırıp “yöntemlerin inkişafı ve ikinci klasiklerin oluşumu” ile tasvir ettiğimiz evre ya da on dört ile on altıncı yüzyıllar arasında tekabül eden ve “yöntemsel bütünleşme” ile tasvir ettiğimiz evre düşünce tarihi yazımı açısından henüz karanlık bir dönemdir. Yine İslam düşünce tarihi açısından o kadar önemli olan ve “kadime nispetle muhasebe”evresi olarak tasvir ettiğimiz on yedinci yüzyılın bugüne dek tümüyle karanlıkta kaldığını söyleyebiliriz. Zamansal süreklilikle ilgili bu kayıp noktalar coğrafyada da görülebilir. Semerkant, Herat, Tebriz, Sivas, Musul, Bursa, Tokat ya da İstanbul gibi şehirler, düşünce tarihi açısından elde ettikleri kurucu rolden uzaklaştırılmışlardır. Sözgelimi Basra şehri bir bütün olarak İslam düşünce tarihi için kurucu bir merkez şehir hüviyetine sahiptir. Oysa bugün Basra bizim için çok az şey ifade ediyor. Dönemler, şehirler ve havzaların ötesinde, kayıp isimler, metinler ve problemler de onlara dönüşümüzü bekliyor. Tekrar etmekten bıkmayalım, “Unutmak kendi hikayenizi başkalarından dinlemeye rıza göstermek demektir”, hatırlamak ise direnmek…

O halde doğru anlıyorsam artık sözgelimi “Sadreddin Konevi bizim neyimiz olur” sorusunun cevabını verebileceğiz?

Hiç kuşku yok. Konevî’nin Anadolu’da inşa edilmiş son büyük metafiziğin kurucusu olmasının ne anlama geldiğini görmüş olacağız. Bu idrak, söz konusu metafiziğin bugün bizim için ne söyleyeceği hakkında konuşmak ve Konevi’yle diyaloga geçmek için elverişli bir başlangıç noktası teşkil edecek.

Bu büyük müktesebatın doğuracağı imkânlar konusunda da temel öngörüleriniz vardır…

Öngörülerimiz ve ümitlerimiz… Burası gerçekten uzun bir hikâye. Öncelikle bütünü keşfetme yolunda Atlas’ın iyi bir mukaddime olmasını ümit ediyorum. Kendi hikâyemize bitişerek onun kahramanı olmayı seçmek, başkalarının yazdığı hikâyelerde figüran olmayı reddetmek anlamına gelir. Bunu kaba tabirle “retorik” olarak söylemiyorum. Müslümanların miladi sekizinci yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren tevarüs etmeye başladıkları “yabancı” felsefî-bilimsel birikimi birkaç on yıl içerisinde içselleştirerek Kindî ve sonrasında Fârâbî, Kadı Abdülcebbar veya İbn Sînâ gibi örnekler çıkarabilmelerini mümkün kılan şey, tedvin asrıyla birlikte kazandıkları kendilerine özgü hikâye idi. Tedvin asrıyla elde edilen kurucu hafızanın yokluğunda onlar, tevarüs ettikleri birikimi içselleştirerek muhasebe edecek ve özgün bir şekilde yeniden üretecek bir zemin elde edemezlerdi. Bugün bizim kaybettiğimiz hafıza, karşı karşıya bulunduğumuz yeni durumu “anlamamızı” sağlayacak gramerin kendisidir. Bu yüzden “anlamıyor”, en iyi tabirle tekrar ediyoruz. Aktör değil, maalesef pasif bir aynayız. Atlas’ın başlangıcından bugüne gelinceye değin kurucu hafızamızı yeniden tevarüs ve muhasebe etmemizi sağlayacak bir birikimi takdim ettiğine inanıyorum. Derin muhasebelerle tevarüs edeceğimiz bu hafıza, yeni dünya resimleriyle anlamlı, özgün ve örnekleyici bir ilişki kurmak için temel koşullardan en önemlisidir.

Daha özel olarak İslam düşünce tarihi yazıcılığı etrafında Atlas’la birlikte kazandığımız ve ileriye taşıma imkânı bulduğumuz bir bakış var. Bunu “ilişkiler mantığı” olarak adlandırabiliriz. Bilimsel disiplinler arasındaki ilişkilerin keşfi ve yeniden yorumlanması, söz konusu bilimsel disiplinlerin gerçek doğasını anlama ve bu yönde çalışma yönünde önemli bir kapı aralayacaktır. Düşünce tarihinin coğrafyayla irtibat içerisinde ele alınması, mekân bilincinden gittikçe uzaklaşan çalışmalara yeni bir boyut katacaktır. Yüksek seviyeli ilmî birikimin bazı açılardan herkesçe ulaşılabilir bir forma büründürülmesi, bilginin kültüre ve nihayet şuura dönüşmesi için geciktiğimiz bir adımdı. Ortaokul ve liselerden başlayarak lisans ve üstü eğitimler boyunca Atlas kullanılabilir hale gelecek. Bu, çok önemsediğimiz bir şey. Ayrıca, artık genel felsefe tarihi yazılığının da İslam düşünce tarihi yazıcılığının da bu aşamayı ihmal etmeyeceğini temenni ediyoruz.

Ümit ettiğimiz şeylerden biri, Atlas’ın düşünce tarihimizin kendinde değerine ilişkin bir anlayış ortaya çıkarmasıdır. Şayet Atlas entelektüel dünyamıza kendi hafızasını kefşetme yönünde güçlü bir çağrı olarak ulaşabilirse, kendimizi bahtiyar addedeceğiz.

Ne olacak, nereye evrilecek peki bu hikâye? Açık erişim imkânı olacağı söylenmişti mesela, zamanla hacmi büyüyecek bir proje o halde…

Öyle görünüyor. Yazarların ve ilgili araştırmacıların katkılarıyla daima genişleme ve güncellenme imkânı barındıran bir yapıya sahip çalışma. Bu vesileyle çalışmanın yapıcı her türden katkıya açık olduğunu buradan da ilan etmiş olalım.