Amerikan sahtekârlığının örtemediği çirkin yüz: Donald Trump

Ebu Garib ceza evinde sopayla tecavüz edilen mahkûmlar, çimento poşetleri gibi yığılmış çıplak bedenler önünde zafer işareti yapan sadist askerler gözlerinin önünden film şeridi gibi geçti. Somut delile dayanmayan ve yargılamaksızın terör şüphesiyle Guantanamo Kampı’na alınanlara yapılan aşağılama ve eziyetleri anımsadı. ABD’li bakan Albright’ın Irak işgali sırasında 500 bin çocuğun katledilmesiyle ilgili ‘ödenmesi gereken bir faturaydı ve buna değdi’ sözleri kulaklarında yankılandı.

MEHMET MÜLTECİ
OCAK 2016

Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendisini Donald Trump’a dönüşmüş olarak buldu. Turuncu elleriyle üstündeki yorganı attı. Vücudu, yük gemisinde duran dev bir konteynerı andırıyordu. Adeta bir vinçle kaldırılıyormuş gibi yataktan çıktı. Ağır adımlarla banyoya girdi. Duş aldıktan sonra aynadaki buğuyu silip ‘merhaba’ dedi. Sanki Dudakları gagaya dönüşmüş, sesi ördek gibi çıkmıştı. Bu nasıl bir lanet. Hele o saçlar. Donald Trump, 1946’da Berberler ve Kuaförler Federasyonu’na tepki olarak doğmuş olmalı. Yarım saat fön ve bir kutu spreyle başındaki tüm tüyleri ensesine doğru oturtabildi ve ıslak terliklerle paytak paytak yürüyerek çalışma odasına geçti.

Trump marka bornozuyla Trump koltuğuna oturdu. Trump masasında Trump armalı kupadan kahvesini içti. Önündeki klasörü açıp gazete kupürlerini okumaya başladı. Yazılanlara ve beyanlara bakılırsa ırkçı züppenin tekiydi. Gregor belki de tüm bunları düzeltebilirdi, hatta kaderin onu bu görev için seçtiğini düşünmek hoşuna gitti. Kendine güveni yerine gelmişti. Hızla giyindi ve seçim ofisine doğru yola koyuldu.

Peşinde kampanya ordusu, akşama kadar açılış ve toplantılara katıldı. Saatler ilerledikçe heyecanı kaybolmuş, çevreyi selamlamakla yetinmeye başlamıştı. Pankartlar, yuhalamalar, tebrikler adeta bütün yaşam enerjisini sömürmüştü. Günün sonunda Cumhuriyetçi Parti aday adaylarıyla CNN’de bir münazaraya katıldı. Herkes fikirlerini açıklamaya başladı. Tartışma terörle mücadele ve Suriye konusuna gelince alevlendi. Biri Suriye yönetimi kalmalı diğeri kara harekâtı düzenlenmeli diyordu. Her kafadan başka ses tonuyla aynı laflar temcit pilavı gibi çevrilip çevrilip söyleniyordu. Moderatör döndü: ‘güvenlik politikamız ne olacak?’

Ebu Garib ceza evinde sopayla tecavüz edilen mahkûmlar, çimento poşetleri gibi yığılmış çıplak bedenler önünde zafer işareti yapan sadist askerler gözlerinin önünden film şeridi gibi geçti. Somut delile dayanmayan ve yargılamaksızın terör şüphesiyle Guantanamo Kampı’na alınanlara yapılan aşağılama ve eziyetleri anımsadı. ABD’li bakan Albright’ın Irak işgali sırasında 500 bin çocuğun katledilmesiyle ilgili ‘ödenmesi gereken bir faturaydı ve buna değdi’ sözleri kulaklarında yankılandı. Diğer taraftan insan hakları, yaşamın kutsallığı, demokrasi nutukları. ‘Yoksa’ dedi içinden, ‘yoksa bunlar avcı düdüğünden çıkan sesleri mi?’ Müslümanları batının cinnetinden korumalıyız. Evlerinde vurmak yetmezmiş gibi bir de tuzağa çekiyoruz onları. Savaş, terörizm, suçlu, masum, sivil, muharip, saldırgan, düşman, müttefik hepsi birbirine girmiş durumda. Ya yöneticilerin kafası fena halde karışık ya da riyakârlık almış başını yürümüş. İşte beklediği fırsattı.

Boğazını temizleyip mikrofona doğru eğildi ve ‘Amerikalı temsilciler neler olup bittiğini anlayana kadar Müslümanlara kapılar kapatılmalı’ dedi. Salonda bir alkış tufanı koptu.

‘Peki, Amerikalı Müslümanlar?’

‘Listelenmeli’ cevabını verdi. Gün geçmiyor ki bir ırkçı saldırıya maruz kalmasınlar, tespit edilip hepsine koruma tahsis edilmeli, dedi; ancak alkışlar ve ‘Donald Başkan ABD şampiyon’ çığlıkları arasındaki sözleri araya karıştı.

Katılımcılardan Jeb Bush, ‘Trump skandal bir aday. Ülkemizi güvende tutacak iyi bir kumandan olmaz.’ dedi.

Gregor; ‘babadan oğula nesil bunlar!’ diye düşündü. ‘Babasının ve kardeşinin cinayetleri yetmedi herhalde. Yeni bir soykırım mı istiyor geri zekâlı?’

Neyseki program sona erdi. Kaçar adımlarla sahneyi terk etti. Korumalar onu arka kapıdan çıkarıp limuzinine bindirdi ve rezidansına bıraktılar. Salonda bekleyen kampanya direktörü Bayan Clara büyük bir coşkuyla ‘muhteşemdiniz’ dedi. Televizyonu açıp haber bültenlerini gösterdi. Tüm kanallar Trump’ın performansından bahsediyordu. Dünya liderlerinden ağır eleştiriler geliyordu.

‘Sözlerimi çarpıtmışlar.’

‘Efendim siz demez misiniz her zaman reklamın iyisi kötüsü olmaz diye. Anlık anketlerde diğer adayları silip süpürdünüz. Üstelik Putin desteğini açıkladı.’

‘Putin mi? Hah şimdi tüy diktik. Domuzdan post Putin’den dost olmaz Clara!’

Midesine Muhammed Ali’nin yumruğu inmişti sanki. Hava almaya ihtiyacı olduğunu hissetti. Clara salonu terk ederken o da balkona çıktı. Tüm şehir ayaklarının altındaydı. İşleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmişti. Kendimi boşluğa bırakırsam dünyayı bir pislikten kurtarmış olurum, dedi. Son bir kez aşağı baktı. Cebinden puroların düşüşünü izlerken başı döndü sırt üstü yere düştü. Zorlukla ayağa kalktı. Mendili çıkarıp turuncu alnını sildi. Güldü, mendilini salladı ve ‘Trump kulesinden atlayamadım, purolarım döküldü toplayamadım’ diye bir türkü tutturup yatak odasına girdi. Hantal bedenini döşeğe bırkatı. Gözünü aynalı tavana dikti. Gördüğü şeye acıyarak baktı…

Gregor Samsa ertesi sabah uyandığında kendisini dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Parıltılar saçan ince bacaklarını neşeyle salladı. Tiz sesiyle bağırdı ‘Şükürler olsun Tanrım, kurtuldum.