NEFSİ MÜDAFANIN ÖTESİ

Olan biteni Salam Pax’ın Bağdat Günlüğü üzerinden de anlamak mümkün. Irak’a saldırının başlaması sürecine giden yolda yazılan yazıların makalelerin linkleri de var. Kimyasal silah yalanına inanan hiç kimse olmadığı halde, bir Müslüman ülkeyi daha yerle bir etmek adına işleyen medya savaşı: Irak’ın Özgürlüğü. Yalan endüstrisinin bir parçası olarak görev alan Birleşmiş Milletler.

YILDIZ RAMAZANOĞLU

Afgan halkı 1979’da başlayıp on yıl süren Rus işgalinden destansı bir mücadeleyle kurtuldu. Muhsin Mahmelbah’ın Kandahar filminde uçaktan atılan protez bacakları almak için koşan yüzlerce tek bacaklı Afgan erkeği oyuncu değildi, hakiki ve gerçekten daha gerçektiler. Üstelik sağlıklı bir su bile bulamayan milletin kaderinde başka barbarlar da vardı. 11 Eylül 2001 saldırılarından hemen sonra Ekim ayında dünyanın en zengin ülkesi ABD en yoksul ülkelerinden bir olan Afganistan’a saldırmaya başladığında, maksat Usame bin Ladin’i bulmak olarak açıklanmıştı. Kendilerini dünya kamuoyunu ikna etmek için ahlaki gerekçeler bulma ustası sanıyorlardı ama zamanla binlerce insanı bombalamanın, pazar ve düğün yerlerinde kadınları çocukları öldürmenin altında başka sebepler olduğunu söylemeye başladılar. Bütün dünyaya dayatılan Batılı yaşam tarzının savunusu adına mücadele ettiklerini, bu dünyada sadece benzerlerine hayat hakkı tanıyacaklarını ortaya koymuşlardı. Tek kutuplu dünyanın savunmasızlığından ve şaşkınlığından yararlanarak, medresesinde eğitim gören Pakistanlı kimi gençleri bile hiçbir kanunun işlemediğini ilan ettikleri uçaklara bindirip korkunç yolculuklara çıkarabildiler.

İslam dünyasına gözdağı vermek ve halkları teslim almak için değerli ve değersiz kurbanlar dikotomisini yarattılar. İkiz Kulelerde hayatını kaybedenler yüzleri, isimleri, hikayeleri, doğum günü pastaları, hayalleri olan değerli insanlardı. Elbette öyledir, her can azizdir bizim için. Kaldı ki sabahın dokuzunda kulelere çıkmış ve daha çok mustazaf yabancı ya da yerli ‘office boy’ larla karşılaşmış biri olarak saldırının o saatte işçi sınıfına yapıldığını bile söyleyebilirim. Fakat bunu bahane ederek İslam dünyasında yaptıkları sayısız katliamı mazur göstermek başka bir boyut. Soykırımcı tabiatlarına göre başka insanlar yüzleri, acı çeken yakınları olmayan binlerle sayılan rakamlar.

Bu arada İslamı müdafaa adına sahne alan bazı grupların Londra metrosunda ve Madrid’in banliyö trenlerinde birçok insanı bombayla öldürmesi Aliya İzzetbegoviç’in ‘Batı bizim öğretmenimiz değil’ uyarısını hiçe saymaktı. Belki de iki başkentte de ölenlerin çoğu Afganistan ve Irak’taki işgallere karşı çıkan yürüyüşler yapan insanlardandı. İslamın mesajını vermek için bundan daha kötü bir yol seçilemezdi.

Beyaz adamın yükü bitmemişti. 19. Yüzyılın başından beri giriştikleri uygarlaştırma mitinde sıra Irak’taydı. Düzmece raporlarla var olduğu iddia edilen kimyasal silahları yok etmek için girdikleri Bağdat’ta neden müzelere ve kütüphanelere saldırıldığını açıklama gereği duymadılar bu kez. Medya bombadan daha tesirliydi. Bir açıklaması olmayan saldırganlığa karşı duran ses veren yoktu nasılsa. Yakılıp yıkılan insanlığın binlerce yıllık birikimi, aynı zamanda kendi insanlık tarihleriydi, ama adı üstünde barbar, bunu anlayacak asgari kemâlâttan yoksundular. Condoleezza Rice: An American Life, a biography’yi (2009) okurken ‘bizim şu muhteşem hayat tarzımız’ dedikleri şeyi, önleyici saldırı pervasızlığını biraz aralıyor insan; belli süreçlerden geçerek zihnen beyazlaşan siyah bir kadının hikayesi üzerinden.

Devamı Cins Dergi Ocak sayısında..