Aykut Ertuğrul: “Rüyalar Şehri”

Bir şehir var. Yaşayan her canlının ayak bastığı fakat henüz hiç kimsenin bilmediği, rüyalardan yapılmış bir şehir. Büyük mü? Tüyü bitmemiş bir haylaz yavrunun rüyasına sığacak kadar… Güzel mi? Ülkeler kıtalar yöneten cihangir imparatorların tek bir köşesi için bütün mülkünden vazgeçeceği kadar.

 AYKUT ERTUĞRUL

Sana, öyle sanıyorum ki dünya üzerinde hiç kimsenin bilmediği -evet doğru duydun hiç kimsenin- yalnızca ama yalnızca benim haberdar olduğum bir şehirden bahsedeceğim. Belki de şu an bıyık altından gülerek “iddialı sözler etmeyi, palavra atmayı seven bir kibirli seyyah daha işte” diyorsun. Ben de sana diyorum ki; “haklı olabilirsin, ama benden öncekileri nasıl merakla dinlediysen, beni de öyle dinleyeceksin. Anlatanla dinleyen, yazanla okuyan, gezenle yerinde duran arasında imzalanmış, yaşı, insanlık tarihiyle yaşıt o kadim anlaşmanın kuralları benden yana!”

Ağzının payını aldıysan dinle. Bundan adımlar, yollar, hikayeler önceydi. Zamanın her anının saplantılı bir merakla işaretlenmediği; aylar, günler ve saatler arasında büyük gizemli boşlukların olduğu güzel günler. Ki o boşluklara, şimdilerde “gerçekçi” bulunmadığı için değersiz kabul edilen sayısız hayal sığardı. Hazreti Ali’nin bir vuruşta arzın yedi katını biçen kılıcı Zülfikar oradaydı, ateşiyle dünyayı alevlere boğan, orduları kül eden ve fakat bir besmeleye yenilen ejderhalar oradaydı, Oğuz boyunu haraca kesen kendisine kılıç kalkan işlemeyen Tepegöz, bir labirentin içinde yaşamaya mahkum edilmiş yarı insan yarı boğa Minotor, yılanların şahı Şahmeran, uğruna nice ömürler feda edilen peri padişahının zalim kızı, bakanı kör eden gözlere sahip Medusa, Ala Geyik ve hatta bütün hikaye anlatıcılarının sultanı Şehrazat orada, o boşlukta yaşardı. Şimdi, üzeri yakılan ateşe verilen kütüphanelerin, kara kaplı kitapların külleriyle kapanmış olan o eşsiz, sonsuz boşlukta.

İki adam boyu uzunluğunda, Harun Reşid’in sarayını kaplayacak genişlikteki haritamı yere sermiş kendime yeni bir rota işaretlemeye çalışıyordum. Bu haritada gidip gördüğüm şehirler kırmızıya, gitmediğim ama başka seyyahlardan dinlediğim şehirler yeşile, görmediğim ve hakkında hiçbir şey duymadığım şehirler ise maviye boyalıydı. İsimsiz şehrin düşüncesi işte tam o anda gönlüme düşüverdi.

Gönlüme düşünce hakkında etraflıca düşünmeye de başladım haliyle. Sanki zihnimin içinde başka bir seyyah, bana bu şehirden bahsediyordu. Düş kurarken bizimle konuşan ses, kendimize ait olabilir ama o biz miyiz, o ses gerçekten bizim mi? Ben bilmiyorum, senin de bildiğini sanmıyorum. Çünkü bu sorunun cevabı senin kitaplarında yazmıyor. Her neyse ses bana şöyle diyordu:

“Bir şehir var. Yaşayan her canlının ayak bastığı fakat henüz hiç kimsenin bilmediği, rüyalardan yapılmış bir şehir. Daha doğrusu suretini rüyalarda ele veren, en doğrusu yaşayan her insana bir ödül olarak küçük küçücük bir parçasını rüyada gösteren dünyanın en gösterişli, en masalsı şehri. Büyük mü? Tüyü bitmemiş bir haylaz yavrunun rüyasına sığacak kadar… Güzel mi? Ülkeler kıtalar yöneten cihangir imparatorların tek bir köşesi için bütün mülkünden vazgeçeceği kadar.

Devamı Cins Haziran 2018 sayısında…

Posted in Genel