Modern dönemde hâkim bilim teorileri ve felsefî yaklaşımlar, insan aklının fiziğin sınırlarından öteye geçmesinin mümkün olmadığını iddia ederek İslam dünyasının düşünen zihinlerini de derinden etkilemeyi başardılar. Fakat aynı bilimsel yaklaşımlar, evrenin var oluşuna ilişkin tamamı metafizik olan iddialar öne sürmeye devam etti ve mucizesi bilimsel keşifler ve teknik aletler olan sahte peygamberler üretti. Hâlbuki Tanrı’ya ilişkin idrakimiz ne fiziksel dünyayı oluşturan nesnelerin tek tek idrakine ne de evrenin tarihine dair senaryolara dayanır.
ÖMER TÜRKER
İslam dünyasının yirminci yüzyılına damgasını yenilenme çabaları, Müslüman âlim ve aydınları serçeyi taklit etmeye çalışan kargaya döndürdü. İslam düşünce geleneğinin sadece ayrıntı meselelerini değil, bir kısım temel tavır ve meselelerini de yavaş yavaş tavır ve mesele olmaktan çıkardık ve unutmaya yüz tuttuk. Düşüncenin hayatı üreten değil, tüketen bir tasavvur ve tasdikler yığınına dönüşmesinin ve tiksinti verecek kadar yüzeyselleşmesinin en önemli sebeplerinden biri de budur. Bu yazıda bunlardan sadece birini beraberce hatırlayalım istiyorum: Nübüvvet (peygamberlik). Aslına bakılırsa çağdaş dönemde Hz. Peygamber’in (s) hayatı hakkında hiç de azımsanmayacak ölçüde çalışma yapıldı ve hala da çeşitli açılardan çalışılmaya devam etmektedir. Fakat İslam düşünce geleneğinin peygamberlikle ilgili iki önemli sorunu neredeyse sorun olmaktan çıktı. Birincisi, münhasıran kelam geleneğinin tarih boyunca yılmadan tartışmayı sürdürdüğü “peygamberliğin ispatı” meselesidir. İkincisi ise peygamberin hakikate ilişkin idrakinin mahiyeti ve peygambere ittiba eden bir müminin bu idrakten alabileceği pay meselesidir. Aşağıda bunlardan ilkini ele almaya çalışacağım.
Nübüvvetin ispatı, hem kelam hem de felsefe geleneğinin temel meselelerinden biridir. Kuşkusuz İslam gerek bir din gerek bir medeniyet olarak ancak bir peygamber varsa var olabilir. Dolayısıyla peygamberlik müessesesinin ispatı, aynı zamanda maddi ve manevî hayatın temelini oluşturan ilkenin temellendirilmesi, Müslüman olarak var olmanın varlık ve bilgi açısından zorunluluğunun ortaya konulması demektir. Peygamberliği ispat ise Allah’ın insanın bu âlemdeki varlığını tercih eden, var oluşun sırları hakkında insanı bilgilendiren ve insanlar içinde bazılarını elçi yapan bir ilâh olduğunu kanıtlamaya dayanır. Bu bakımdan nübüvvet, hem İslâm’daki tevhid inancının bir uzantısı olarak ortaya çıkar hem de tevhide ulaştırır.
Modern dönemde özellikle metafizik bilginin imkânına güvenin sarsılması, hem tevhidi hem de nübüvveti neredeyse bir ispat konusu olmaktan çıkardı. Zira her ikisinin de ispatına dair umutsuz bir vaziyete yol açtı. Henüz tam olarak teorik bir tavır haline gelmese de bu anlayışın sonucu, bir tür imâncılıktır (fideizm). İlk bakışta oldukça masum görünse de bu tavır, İslâm’ı bir tür Hıristiyanlığa çevirme riskini barındırır. Zira İslam hem tebliğ edildiği dönemde hem de tarih boyunca Allah’ın birliğini ve peygamberliğin hak olduğunu sadece makul görmekle kalmamış aynı zamanda ister nazar ister müşâhede olsun bir yöntem sayesinde olarak kesin bir şekilde kavranacağını iddia etmiştir.
Devamı Cins Nisan 2018 sayısında…