Amerika nedir?

1945 senesinde minicik bir Liberty Ship adlı gemiyle uzun günler süren bir seyahatten sonra New York’a varmak yerine Amerika’nın cenubunda büyük bir bahriye üssü olan Norfolk şehrine vardık. Yolda saç sakal uzamış, bir berbere gideyim dedim. Berber dükkânının kapısında “köpekler ve zenciler giremez” yazılıydı. Şaştım kaldım Amerika’nın kendi halkına bu düşmanlığına. Hâlbuki o zamanlar biz ve hatta bütün dünya Amerika’nın kılığından kıyafetinden tut da filmlerine, musikisine, hatta o tatsız tuzsuz hamburgerine bayılırdık. Amerikalıyı severdik.

TOSUN BAYRAK

Taptaze 10 yaşında leyli talebe olarak girdiğim Robert Kolej’de geçen tatlı 8 senem Amerika’nın ilk tadı olarak hala dilimdedir. Buna ilaveten 1945-1947 arasında Berkeley’deki California Üniversitesinde geçen 2 sene tahsil, ondan sonra 1961’de Amerika’ya göç edişimizle geçen 56 seneyle birlikte, okulları ve koleji de sayarsak 64 sene Amerikalılarla haşır neşir olduk. Hoş, Amerikan tarihi mütehassısı değiliz, amma gözümüz kulağımız açık olarak yaşadık, gördük, dinledik. Yazacaklarımız sadece bir Türk Amerikalı olarak samimi kendi kanaatlerimiz olacak.

Çok sıcak bir yaz günü şeyhim Muzaffer Özak’ın Beyazıt Cami’nin hemen yanındaki kitapçı dükkânında dervişlerle sohbet ediyoruz. Hallerinden ve kıyafetlerinden sofu oldukları belli 2-3 kişi gelip bizimle oturdu. Rahmetli efendi bize dönerek, “Firavun’un ruhuna Fatiha!” dedi. Hepimiz itaat ederek Fatiha okuduk. Sofular fena bozuldu, “Efendi bu nasıl iş?” diye sordular. Efendi şöyle cevap verdi, “Firavun kendi halkına zulmetmedi, memleketindeki Yahudilere zulmetti. Bakın, şu sıcak günde hükümet Müslüman halkın gittiği Beyazıt Cami’nin su parasını ödemediklerinden dolayı suyunu kesti. Susuz halk bir yudum su içemez oldu, namaz kılacaklar abdest alamaz oldu. Biz kendi halkımıza zulmediyoruz. Firavun bizden hayırlı değil mi?” demişti.

Rahmetli babam da Birinci Dünya Harbinde Çanakkale’de kolunu kesen İngilizleri sever, müttefikimiz Almanları sevmezdi. Çünkü onlar derler ya, “Deutschland Deutschland über alles!”, gururlarını sevmezdi. Amerika’ya gelince, beni Amerikan Koleji’ne, sonra Amerika’ya yollamasına rağmen, “oğlum Amerikalıyı dost edinme, seni sırtından bıçaklar. Düşmanın olursa hiç olmazsa kendini müdafaa edersin” derdi.

Bizim intibamız, iki Amerika var. Birisi evvel, birisi ahir. Evveli iyi, ahiri kötü. 1945 senesinde minicik bir Liberty Ship adlı gemiyle uzun günler süren bir seyahatten sonra New York’a varmak yerine Amerika’nın cenubunda büyük bir bahriye üssü olan Norfolk şehrine vardık. Yolda saç sakal uzamış, bir berbere gideyim dedim. Berber dükkânının kapısında “köpekler ve zenciler giremez” yazılıydı. Şaştım kaldım Amerika’nın kendi halkına bu düşmanlığına. Hâlbuki o zamanlar biz ve hatta bütün dünya Amerika’nın kılığından kıyafetinden tut da filmlerine, musikisine, hatta o tatsız tuzsuz hamburgerine bayılırdık. Amerikalıyı severdik. Sonra California Üniversitesi’ne gidince orada o sevdiğimiz Amerika’yı ve Amerikalıyı bulduk. Harpten muzaffer çıkmış askerlerle dopdolu olan üniversitedeki o kimselerin müsbet halleri, vatanlarına kavuşma neşeleri, yeni hayatlarında muvaffak olmak için çalışkanlıkları… Bizde de müsbet tesir yarattı.

Devamı Cins Nisan sayımızda…

Posted in Genel