Söyleşi: M.Şükrü Hanioğlu


ŞÜKRÜ HANİOĞLU
HERKES TÜRKİYE’DE OTURDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR, BIRAKALIM DÜŞÜNSÜNLER

Cumhuriyet adres değişikliği talep etme ve o adreste oturan yeni bir kimlik yaratma projesidir. Bu girişim, coğrafyanın “farklı kimliği” haline gelmek, “kültürel Batılı” kimliği ile komşulardan ayrılarak adresin yeniden tanımlanması arzusunu ortaya koymuştur. Çelişkiler içermesi doğaldır, çünkü özünde “çelişkili”dir.

Söyleşi | YUSUF GENÇ

Maddî Türkiye’nin adresi “yazılı” ya da haritalarda olduğu gibi “çizili”dir. Buna
karşılık“ muhayyel Türkiye”nin adresi hem yazılı hem de sözlüdür. Onun günümüzdeki varlığı ve geçmişteki yaşamı her iki alandaki ürünlerle tahayyül ya da yeniden inşa edilebilir.

Tarih bize yardımcı olacaktır. Geriye gidip bugüne dönersek neler olup bittiğini de anlamış oluruz sanıyorum. Türkiye bir yerin adı ama sadece bir ‘yer’in adı da değil. Yanı sıra başka anlamları da var. ‘Türkiye’nin adresi neresidir’i konuşmak istiyoruz ama önce isterseniz Türkiye’nin ortaya çıkışına dönelim, böyle bir şey varsa eğer. Nereden başlayacağız, 13. yüzyıl mı?

Türkiye doğal olarak bir adrestir; ona atıfta bulunduğumuzda hem maddî hem de soyut bir yapıyı zihnimizde canlandırıyoruz. Pek çok benzer yapı gibi “Türkiye” de yüz ya da üç yüz yıl önce farklı özellikler taşımıştır. Bunun başlangıcı, nelerin günümüzdeki yapının geçmişi olarak kavramsallaştırılacağı kişiye ve dünyayı algılama şekline bağlıdır. Örneğin Türk Tarih Tezi’ni inşa edenler bunu oldukça eski dönemlere taşımışlar, Kumtepe’de bulunan kadavranın da aynı adreste oturduğunu iddia etmişlerdir. Bu da bize “muhayyel Türkiye’nin “maddî Türkiye” kadar, hattâ ondan daha önemli olduğunu gösterir. Bu tarihi on üçüncü yüzyıla ya da 1923 yılına çekebilmek mümkündür. Sidney Meier’in Civilization (Uygarlık) oyunu benzeri araçlarla “tarihi pazarlık ederek” şekillendirebildiğimiz post-modern gerçeklikte bu alanda görülen elâstikiyet de artmıştır. Bu açıdan bakıldığında “tek bir Türkiye” değil çok sayıda “Türkiye” olduğunu belirtmek gerekli olur.

Tanzimat, Laik Türkiye’yi Doğurmayı Amaçlamadı

Peki, neydi Türkiye’yi ortaya çıkaran asıl endişe ya da merkez fikir?

Türkiye on dokuzuncu asra kadar “Öteki”nin yaşam alanını tanımlamaya çalışan Hıristiyan Avrupalıların kullandığı bir kavramsallaştırma olmuştur. Mahallî ve bölgesel kimliklerin son derece güçlü olduğu çağlarda, basılı yayın organlarının doğuşuna kadar Türkiye, içinde yer alanların tahayyülünü değil böylesi bir kavramsallaştırmayı dile getirmiştir. Türkiye’de retrospektif tarih yazımının egemenliği Osmanlı ve onun öncesindeki tarihî gelişmelerin “Türkiye”yi yaratma benzeri teleolojik bir amacı içerdiğini düşünmemize neden olmaktadır. Ancak tarih kendi başına bir özne değildir ve amacı yoktur. Örneğin, geriye dönük tarih yazımımızın savunduğunun tersine Tanzimat’ın lâik Türkiye Cumhuriyeti’ni doğurmak gibi bir “amaç”ı olmamıştır. Bir “Türkiye” endişesini on dokuzuncu yüzyıl yazımında örneğin Namık Kemal’in çalışmalarında sıklıkla kullanılan “Türkistan”a götürebilmek mümkündür; ama o yazımda söz konusu olan endişenin arka planındaki tasavvur da farklıdır. O tasavvur hem değişik bir coğrafyayı sahiplenir hem de İslâm ile daha değişik bir ilişkiyi içselleştirir.

Değindiniz ama açmak isterim. Tarih boyunca Türkiye, ‘aynı’ Türkiye olarak varlığını devam ettirebildi mi peki?

Hayır; tarihi retrospektif biçimde yazmazsanız böyle devamlılıkları kurmanız mümkün olmaz. Dediğim gibi böylesi devamlılıkları inşa edebilmek mümkündür. Ama bunlar fazla anlamlı değildir. Buna karşılık yaratılan ve “sahiplenilen” gelenekler ve “aktarılan” kültürel değerlerden bahsedebiliriz. Bu farklı bir olgudur. Doğal olarak, o anlamda bir devamlılık vardır. Bu açıdan bakıldığında on beşinci asır aşıklarının deyişlerinde “kendimize ait” değerler bulabilmek mümkündür. Ama bunlar “Türkiye’nin devamı” kaygısıyla yaratılmamıştır.

Devamı Cins Dergi Kasım sayısında..

Posted in Genel