İki Simone…

Biri Düşüncenin Yerçekimi, Öteki Allah’ın Lütfu!

HAŞMET BABAOĞLU

Weil, Yahudi bir aileden geliyordu. Gerçi aile diniyle pek ilgilenmemişti ama spiritüel yanı hep kuvvetliydi. De Beauvoir ise koyu Katolik olarak yetiştirilmiş fakat 14 yaşında ateist olmaya karar vermişti.

Minik kız okuldaki ilk gününde öğretmenlerinin dikkatini çekmişti. Muzip gözler ve telaşlı jestlerin ardında zehir gibi bir zeka ve kocaman bir kalp saklanıyordu.

Fakat işi kolay değildi. Hatta bir ara okulu bırakmayı bile düşündü yavrucak.

Çünkü “kimsenin, yağmurun bile öyle küçük elleri yoktu.” Kalem tutmakta zorlanan küçük ve çelimsiz parmakları ona acı veriyordu.

Yıllar içinde serpildi, büyüdü ama elleri hep aynı kaldı.

O yüzden yazmak onun için çile niteliği taşıdı. Ağır ağır acı çekerek ve o acıyı sindirerek yazdı.

Oysa ne garip! Biz şimdi onun cümlelerini okurken derin bir sükunet ve ilahi bir hafiflik hissediyoruz.

Okurken, dedim değil mi?

İyi de…

Nasıl tanışacağız da, okuyacağız? Uzun yıllar bu neredeyse imkansızdı. Yayınevlerinin, akademinin ve entelektüel çevrenin dikkatini çekmeye başlaması şunun şurasında son birkaç yıla ait bir hikaye.

Simone’den söz ediyorum.

Yok, yok!

Tabii ki Simone de Beauvoir’dan değil! Onu tanımayan mı var!

yazının devamı Cins Dergi Ekim 2015 sayısında…

Posted in Genel