Ahmet Sarı: “Sonsuzluk Üzerine”

Makalat’a göre Allah’ın “elestü birabbiküm” sorusuna verilen cevaplar sadece varlığın şeklini şemailini değil, hangi ırktan, hangi aileden, hangi etnisiteden, dinden olacağını bile belirler. Sözün öze tekabül ettiği bir yerdir burası. Hatta bunu şöyle de ifade edebiliriz, s/öz. Demek ki s/öz selim zihniyette varlıktan önce gelir.

AHMET SARI

Varlıkların mikro düzeyden makro düzeye; çıplak gözle görünmeyen akarlardan, çıplak gözle görülmeyen feleklere, insan olarak kavramakta güçlük çektiğimiz dehre asılı kaldığı BİR VARLIĞA ait olduğu bilgisi yedeğimizde olursa Allah’ın ezel ve ebed halitasında, her noksanlıktan münezzeh varlığıyla varlığını ve özünü birlikte taşıdığı söylenebilir. Allah’ın varlığı mutlaktır ve insanlık için varlığı ve de özü teşkil edecek “Ol” emrini külli iradesinde bulundurur. Allah’ın “Ol” emri insan için olup biten bir sürekliliğe sahip olduğundan, “Ol” emri olduktan sonra bir miadı da içinde bulundurduğundan, artık insana dönük bir görünüm arz ettiğinden; insan bir zamana, bir zemine, cihet-i sitte’ye (altı yöne) sahip olduğundan; yeryüzüne hele de güneşe, dünyaya ve aya bağlı olmaklıkla bir zamana da sahip olduğundan onun zamanı Allah’ın zamanına denk düşmez. “Ol” emrinin Allah indinde yürürlüğe girmesi insan için bir milad oluşturabilirken, onda bu emir bir zaman oluştururken, bu Allah’ın sonsuz zaman diliminde bir geçmişe, şimdiye ve geleceğe tekabül etmez. Allah’ın dehri bütün zamanları yuttuğundan onun bir geçmişi, bir şimdisi, bir geleceği olmadığından “Ol” emri Allah’ın kendi zamanında (dehrinde) bir mahluk oluşluğa tekabül etmez. “Sonsuzluk ve Bir gün” olmaz. Sonsuzluk yutulmuş “bir gün”lerin toplamından daha fazlasıdır. “Sonsuzluk ve Ol’un da olmayacağı gibi. “Ol” bu anlamda “Sonsuzluk” tarafından yutulur. Daha doğrusu “Ol”lar “Sonsuzluğun” içinde hiç söylenmediği tazeliğiyle göksel söylem içinde eriyip gider. Allah varoluşların varoluşu, özlerin özüdür. Allah indinde ne varlık özden ne de öz varlıktan önce gelir, Allah indinde varlık-öz birbirinden ayrı unsurlar değildir, birlikte daimdirler.

İnsana gelince insan doğan bir mahlûk olduğundan her şeyi kendisi gibi düşünür. Antropomorfize eder. İlkin doğuşu ele alır, bu bir varoluştur ve insanın “tabula rasa” olarak dünyaya geldiği fikrine erişilir, sonra varoluşçu felsefecilerin de temel tezi olan bilincin, bilgilerin, idrakin, insanın kendi deneyimlerinin yaşam boyunca insanoğlunu şekillendirdiği tezi ileri sürülür. İslam açısından baktığımızda “insanların İslam fıtratı üzerine doğuşu” bir kere özü varlığın önüne geçirir. Doğmamış, dünyaya gelmemiş çocuk ana rahminde (o “üç karanlıklı odada”; Zümer/6) Allah’la bir ahde girer. Fıtratı (özü) belirlenir, ama dünyada kaldıkça, akıl baliğ oldukça Sartre’ın da dediği gibi dünyevi hâller onu kendi bilinciyle baş başa kalmasını ve kendi kararlarını vermesini, iradesiyle bunları belirlemesini sağlar. İnsan iradesi elbette onun seçimini deruhte eder, cennet cehennem bu yüzden vardır. İnsan kendi iradesini işletmezse büsbütün bir göksel iradeye suçu atfeder ve cennet cehennem seçimini kendisi değil de Tanrı’nın yaptığı tezini ileri sürerek Tanrı’yı suçlar. Külli iradeye yönelik cüzi iradeden de kesinlikle söz edilir. Ama cüzi iradenin de haddini bilmesi gereken yerlerin olduğunu Allah “Attığında o oku, onu sen atmadın biz attık” (Enfal/17-18) söylemiyle ortaya koymaktadır. İnsanın iradesini işlettiği zannettiği yerlerde bile iradenin elinden kaydığı yerler de vardır.

Devamı Cins’in 2020 Haziran sayısında…

Posted in Genel