İlişki durumu: aşırı acıklı

 

YUSUF GENÇ

 

Önce ağır bir klişe; on yıldır kullandığımız tek bir şey var mı hayatımızda? Yok! Hepimizin tahmin edebileceği gibi, bizimle gelen hiçbir şey yok. Çok konforlu, çok karışık, çok yeni olmaya müsaitiz.

Eski aşklar yok. Çünkü olması gerekmiyor. Nostalji övgüsü bu çağın kendisine bir eleştiri olmadığı sürece yalnızca bir ikiyüzlülük. Bunu işletiyorlar, başarıyla. ‘Başarı’, büyüyü bozabileceğimiz ilk kelime. Çünkü üretemedikçe, geçmişi bozup yeniden kuruyorlar. ‘Yeni’ eskimeyen tek kelimemiz. Başlıklar genel, çünkü genellenebilir. Bugün’le kurduğumuz ilişki, yarın’a dair kurgumuz hepsi yeniden tanımlanıyor, ‘başarı’yla. Yetmiyor ama. Nedir başarı? Bilmiyoruz. Geçmişi bozup yeniden kurmaları bu. Tarihle kurduğumuz ilişkiyi de bugünün parametrelerine göre yeniden dizayn ediyorlar. Kim bunlar? Kaç kişiler? Gücü kaç paralık ki bunların böyle rahat zar atabiliyorlar? Üzgünüm ki, kimse değiller. Senle biz, ikimiziz bunu yapan.

Uzatmayalım, bir ilişki kuruyorsun benimle bu yazıyı okuyarak. Hemen bütün sözlüklerin ortalamasını aldığımızda tek bir tanım çıkıyor karşımıza. İlişki: iki şey arasındaki ilgi. Bu anlaşıldı. Ama yeni bir kelimenin daha kıyısındayız. Yeni kelimemiz ‘ilgi.’ Onun da ‘ilişki’ye yakın bir anlamı olduğunu yine sözlükler haber veriyor bize. Üzgünüm ama sen tersini iddia ediyorsun diye söylemekten vazgeçecek değilim; insan, kendini ve dünyayı hareket ederek tanır. Hareket ederek, yönelerek yani. Dışındakine ilgisi, dışındakiyle rabıtası… Elbette kendisiyle de ilişkisi var insanın. O çok daha acıklı. Hareket eder, yönelirsin; ilişkin başlar. Nereye hareket ediyorsun, nereye yöneliyorsun?

I.

‘Dünya çılgınca bir seyir aldığına göre dünyaya ilişkin çılgınca sayılabilecek yorumlar geliştirmeliyiz’ demişti ‘Tüketim Toplumu’nun yazarı. Bu da yanlış anlaşıldı elbette. ‘Çılgınlık’, turnusol kelimemiz. Yani sınırsızlık. Yeni insanın sınırı var mı? Yok. Aslında o da bilmiyor. Çünkü her yerde karşısına aynı vaaz çıkıyor. Devasa binalara giydirilen bikini reklamında da o vaazı işitiyor, eline aldığı gazetenin sayfalarında da. Sınırlarını keşfet! Daha iyisini, daha fazlasını, daha başarılısını talep et. Nedir bunlar? Bilmiyoruz. Bilincimiz kapalı.

II.

‘Medyada olay anlamı unutturan şeydir’ diyordu ‘Amerikan Efsanesi’nin yazarı. Haberler arasında ilgi kuramadığımız oranda zihnimize boca edilen her veriye yer açmak zorunda kalacağız. Anahtar kelimemiz; ele geçirmek! İşte seni ve beni ifade eden şey bu. Yüzyılımızın en acımasız gerçeği. Ele geçiremediğin her şey kıymetlidir, ele geçirdiğinde ise tüketirsin, ele geçiremeyeceğini anladığında yok sayarsın. Şeytanın üç başlığı. Bütün ‘ilişki’lerimize uyarlanabilir bir şey. Kaçınılmaz olansa ele geçirdiğinde vazgeçecek olman. Çok acıklı. Haz bile değil amaç, hazzın talep edilmesi. Nasıl ki her reklamın amacı ürünü övmek değil de doğrudan reklamın kendisine övgüyse tıpkı bunun gibidir. İlişkilerin bozuk, kalbin kırıktır.

III.

‘Tüketim toplumu demek, çocukluk yaşını geçtiği halde çocukça heveslerinden kurtulamamış insanların toplumu demektir’ demişti ‘Üç Mesele’nin yazarı. ‘Tüketmek’ en sihirli kelimemiz. Çevre mühendisleriyle iktisatçıları ilgilendirecek bir şeyden söz etmiyoruz burada. Tüketim, bir ilişki biçimi sonuçta. Modern değil, insanla yaşıt. Âdem’in çocuklarıyla yani babamızın amcamızı öldürdüğü günle başlıyor. Peşinde olduğumuz ‘şey’in değerinin değerimizi belirlediği bir yüzyıldayız. Doğru. Fakat bir ölçümüz yok. Kaderimiz yok. Dışımızda gelişen bir dünyaya iştiyakla dâhil oluyoruz. İlişkilerimiz bozuk, hevesimiz yarım

IV.

‘Moda; on yıl sonra gülünecek olan şeyin bugün alkışlanmasından başka bir şey değildir’, diyordu ‘Wolden Gölü’nün yazarı.  ‘Hızlı’ en çabuk kelimemiz. Ve her yerde her şey bizi tek bir başlığa çıkarıyor. Ama an’da olmak değil, an’ı yaşamak. Çünkü sıradakiler var, her şey olanca hızıyla geçip gitmeli ki yenisi gelebilsin. Acımasız bir döngü değil, acımasız bir düzlem. Dairesel değil, çizgisel yani. Senin neyi üzerinde daha güzel bulacağına, kurduğun ilişkiler karar veriyor yani. Dönüp baktığın, ilgi gösterdiğin, diğerlerine nazaran bir adım daha fazla yaklaştığın yerler. Klişe mi? Klişeler çoğunlukla hep asıl konudur. Sonra dönüp diyorsun ki ‘benim tarzım.’ Üzgünüm, ‘ben’in yok ki tarzın olsun. İraden yaralı.

V.

‘Neden o aptal tavşan kostümünü giyiniyorsun?’ diye sorduğunda ‘sen neden o aptal insan kostümünü giyiyorsun’ diye cevaplamıştı 2001’de hatırlarsan. Yok, çağımızdan da insanından da nefret ediyor değilim, haşa. Sadece bu çılgın sınırsızlığa eleştiri getirelim diyorum. Harekete hürmetimiz var, hareket edelim. Ama soralım nereye bu hareket? Bizi durduracak kimse yok mu kıyametten başka? Üzgünüm ki yok!

O zaman fıkra gelsin. Malumu üzere İstiklal Şairimiz Akif’in yakın dostu Abbas Halim Paşa, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunudur. Sayılmayacak bir servet yani. Abbas Halim Paşa ile bir gazeteci vapurda söyleşi yapmaktadır. Pek çok konuya temas edilir söyleşide elbet. Gazeteci bilet alarak bindikleri vapurda, Abbas Halim Paşa’ya neden bir vapur almayıp biletle seyahat ettiğini sorar. Abbas Halim Paşa’nın cevabı bu çağın uzağında olduğu kadar bu çağın insanı olarak bizim de uzağımızdadır. Muazzamdır: “Evet bir vapur alabilirim. Hatta bütün şehir hatlarını satın alabilirim. Ama insanın her istediğini yapması çılgınlıktır.” Hadi hikâyemizin kahramanı yerine kendimizi değil, başkasını koyalım ve başa dönelim. Demiştik ki on yıldır kullandığınız bir şey var mı? Yok, soru bu değil, soru şu; yapabildiğiniz halde yapmadığınız, satın alma gücünüz olduğu halde satın almadığınız tek bir şey var mı?

Yürüyebildiğiniz halde yürümediğiniz bir kız, süzebildiğiniz halde süzmediğiniz bir erkek? Kırabilme imkânına sahip olup da kırmadığınız tek bir kalp?

Var mı?