Tam o sırada Mike Tyson!

Neyi sabırsızlıkla beklemem gerekiyor sizce, hapse girip-çıkmayı, vurulmayı ve öldürülmeyi mi? İskender, Napolyon, Genghis Khan ve hatta Iceberg Slim, hepsi ana kuzusuydu. Bu nedenle İskender zorlamaya devam etti. Eve gidip annesinin boyunduruğu altına girmek istemedi.

Derin hislere sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Napolyon’un Josephine’e yazdığı aşk mektuplarını okuyun, size aşkın bir tür delilik olduğunu düşündürecek. Ya da Virgina Woolf’un ceplerini taşla doldurup kendini bir nehre bırakmadan önce kocasına yazdığı son mektubu okuyun’’ (Mike Tyson)

‘’Bana atılan tüm yumrukları hatırlıyorum’’ (Mike Tyson)

GÜVEN ADIGÜZEL

90’ların sonu, liseyi bitirmek üzereyim, eşzamanlı olarak lise de beni bitirmek üzere, katsayı sopasıyla fena halde hırpalanıyorum, uzun süredir Beyrut’a bir seyahat planlıyorum ve denizde taş sektirmeye bayılıyorum. Damarlarımı Müslüm Gürses’in varlığına bağladığım yıllar. Hayatın anlamına dair sorularım pek ‘anlamlı’ değil ama, derdimi anlatacak kadar yaşadığım için pek de mesele etmiyorum bu durumu. Dershane parası biriktirmek maksadıyla İzmir’deki bir simit fırınında pişirici olarak çalışıyorum, zannedersem 16. işim, zannedersem gözlerim hiç parıldamıyor, zannedersem hiç âşık değilim. Ama devlet çok uzakta ve gece ortalık çöl gibi. Kullandığım dev elektrikli pişiricinin kapısından üzerimize doğru lav edasıyla püsküren kavurucu sıcak kemiklerimizi eritecek kadar güçlü, kaynayan bir volkanın ağzında bekliyoruz sanki. Kirli, boğucu, yapışkan bir hava, nefes bile alamıyoruz. Pişiricideki kızgın tavaları, eskimiş ve artık parmak uçları delinmiş eldivenlerle tuttuğumuz için ellerimizde siyah yanık lekeleri mevcut, adi bir damga gibi. Felsefe yapmaya hiç gelmeyecek derecede, üzerine konuşulsa da pek anlaşılmayacak türde bir sınıfsal damga, buraları geçelim. Fırının kendi iç dinamikleri ise oldukça heyecan verici, farelerin ayakaltında dolaşması vakayı adliyeden sayılıyor mesela, örümcek ağları da hamura lezzet katan tropikal bir aroma, hiç birimiz hijyenik değiliz. Asabiyiz. Yaptığımız mis kokulu taze simitlerin yanına çayımızı demleyince sakinleşiyoruz. Kendin pişir kendin ye. İki ayaklı ejderhalar gibiyiz. DSP’den de zaten hiç umut yok.

Dershanedeki arkadaşlarıma simit operatörü olduğumu söylüyorum, başımızda emekli bir binbaşı var bu arada, her gece un çuvallarını sırtlıyoruz, yarım asgari ücret, yılda iki gün izin (iki bayramın iki ilk günü) sigortamız yatmıyor, kimse Allah’tan korkmuyor, ceset gibi çalışıyoruz, kahrolsun istiyoruz işte kahrolacak ne varsa. Önümüzdeki sorular çok sert, bütün bu soruların cevabı elbette Müslüm Gürses. Ama o sıralar nedendir bilmem bir de Mike Tyson var. O da başka bir cevap. Fırında herkes Tyson hayranı. Bizim için vurduğunu düşünüyoruz galiba. Fırıncılar Odası bu konuda ne düşünüyor bilmiyorum. Korkutucu bir surat, iri bir çift kol ve tek başınalığın kalbinde oldukça sert bir imge. Tyson. Kavgada yumruk saymıyoruz, sadece un çuvallarına imza atıyoruz bazen. Gece işimiz 3 gibi bitiyor, sonra sabah ezanına kadar devam eden kasalama, sayım, temizlik falan, rutin eziyetler kumpanyası. Sonra derin ve ağır bir uyku, gündüz diye bir mefhum yok, yarasalar gibi yaşıyoruz. Mike Tyson’da umut var galiba. Anladığım bu.

Fırında ve İzmir’deyim. Susamlar ve şarkılar var yanımda. Evet, bir de Mike Tyson var o sıralar nedense. Maç başlar başlamaz rakibinin üzerine atlayarak yaşadığı her şeyin intikamını alır gibi saldıran arızalı bir boksör. Yumruklarıyla dünyayı değiştirmeye çalışıyor, yani en azından ilk elden kendi dünyasını değiştirmeyi başarmış biri. Dünyanın en genç profesyonel ağır sıklet boks şampiyonluğu unvanını omuzlarında taşıyan yalnız bir asi. Seviyorduk bu adamı. Eric Cantona’yla benzer gerekçelerle hem de, aynı arızaya bağlanarak yani. Yumruklarını ve öfkesini sevdik. Ağzının ortasına bir yumruk inene kadar herkesin bir planı vardır evlat, deyişini sevdik. Kapkara gövdesine sığmayan iri kollarıyla, ringlere, bir spor müsabakasına değil de, rakip imhasına çıkar gibi fırlamasını sevdik. Yenilgi duygusuna karşı oynamasını, rakiplerini uygun bir saçakaltında yumruk sağanağı altında bırakmasını ve rüzgâr gibi geçip gitmesini sevdik. Öyle ya, babaları Muhammed Ali izlemiş bir neslin, Mike Tyson seven oğullarıydık. Muhammed Ali Pele’yse, Mike Tyson da Maradona’ydı. İkisi de heyecan verici, ikisi de öteki dünyanın kahramanı. İkisi de her daim siyah.

Devami Cins Dergi Şubat sayısında..

Posted in Genel