Siz biliyor musunuz? Acaba köylüler nasıl ölüyor?

Türk “sol aydını”nın Rus klasiklerini gerçekten anlayabilmesi mümkün müdür? Hayır! Bu imkânsız. Kont Tolstoy mesela… Bir köylü gibi sade bir imanla yaşamayı beceremediğine yanmıştı hep. Ölüm döşeğindeyken de birden gözlerini açıp kızına sormuştu: “Köylüler nasıl ölüyorlar?”

HAŞMET BABAOĞLU 

1812 Yılı Ağustos’u…

Napolyon’un 600 bin kişilik ordusu Neman nehrini aşalı iki ay olmuş, artık Moskova yakınlarındalar…

Çar Aleksandır yaveri Prens Sergey Volkonski’yi çağırır ve ona “Rus halkının ruh hali”ni sorar.

Malum çarlar bilmez bu işleri ama soylular bilirler mi? Volkonski farklıdır, duyarlıdır, tarihin de daha sonra göstereceği gibi özel bir adamdır. Çar’a şöyle bir bakar ve gayet emin bir biçimde “onlarla gurur duymalısınız majesteleri” der; “hakiki vatanseverler köylüler.”

Çar başını sallar, bir süre susar ve ardından soylular ve bürokrasinin halini de merak ettiğini ifade eder.

İşte o zaman prens Volkonski’nin yüzü solar. Sonra zorlukla dudaklarından şu sözler dökülür: “Bu sınıfa ait olmaktan utanıyorum; ne hakiki bir inançları var ne de memleketlerine bağlılıkları! Sadece gevezelik etmeyi biliyorlar.”


 

Bilmeyen yoktur, iki ay sonra Napolyon, Rusların inadına ve “General Kış”a yenilerek Moskova’dan çekilir. Fakat Volkonski’nin sözlerinde cisimleşen hakikat daha keskin ve daha kalıcı bir etki bırakmıştır. Ülkeyi yöneten “seçkinler” savaş sayesinde bir halkın varlığıyla tanışmıştır. Bambaşka dertler, bambaşka sevinçler ve kuvvetli bir imana sahip bir halkla… Bazı soylular köylülerin yoksul giysilerinin örttüğü manevi zenginlik karşısında şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuştur. Fark ederler ki, onlar Katolik Avrupa’nın aydınlanmacı hayalleri ve Çar’ın havaya konfeti saçar gibi saçtığı rütbelerin dayanılmaz hafifliğiyle kendilerinden geçerken, halk kıtlık içinde imanına sarılarak yaşamaya çalışmaktadır.


 

Uzun lafın kısası…

Napolyon ordularının işgalinden sonraki bir asır Rusya için böyle bir “uyanış sancısı”yla geçer. Puşkinler, Tolstoylar, Dostoyevskiler, Çaykovskiler, Musorgskiler işte bu sancının çocuklarıdır. Şimdi kalkıp bu meseleleri “Bediüzaman yaşasaydı bir tür Che olurdu” diyen Zeki Demirkubuz’a sormayın sakın! Gördük işte! Meğer Dostoyevski’yi de Jean Paul Sartre sanıyormuş.


 

Bu arada Prens Sergey Volkonski’nin akıbetini merak etmiş olabilirsiniz…

Hani Tolstoy’ın uzaktan kuzeni olan, Savaş ve Barış’ta emekli General Nikolay Boldonski olarak anlattığı Volkonski’nin!

Prensin, komutasındaki birliklerle Fransızları Paris’e kadar kovaladığı söylenir. Düşünün, halkını “fark” edinceye kadar ana dili olarak Fransızca konuşan Volkonski’den söz ediyoruz.

 

Devamı Cins Dergi Kasım sayısında..

Posted in Genel