Alain de Botton: “Dindar İnsan Şimdiye Değil, Sonu Güzel Biten Uzun Bir Hikâyeye İnanır”

Dindar insanlar genellikle şu anda ne olduğuyla çok da ilgili değildirler. Çünkü onlar güzel bir sonla biten çok çok uzun bir hikâyeye inanır, bu fikirle hareket eder ve bu minvalde yaşamlarını sürdürürler. (Bu dinler; İslam, Budizm, Hinduizm vs. olabilir.) Bir başka deyişle; insanlar günlük olayları, kutsal kitaplara/öğretilere inanmadığı ölçüde fazlasıyla mesele etmeye başlarlar ve onları çok önemli görürler.

SÖYLEŞİ: SERDAR BİLİR

CİNS İÇİN ÇEVİREN: MEHMET BAKİ KARAHAN

Eserlerinde edebiyatın hayatla ilişkini başarıyla yorumlayan, farklı konu ve kavramları felsefi bir dille işleyip gündelik yaşamla ilişkilendiren İşviçre doğumlu yazar ve program yapımcısı Alain de Botton’la iletişim çağında medyanın haber dilini ve geçmişten bugüne değişen bilgi kaynaklarını konuştuk. Ünlü yazar, kadim bilgi kaynaklarına bağlı yaşayan insanlarla medyadan edindiği bilgilere bağlı yaşayan modern insanların düşünme ve yaşayış farklarına dair ilginç açıklamalar yaptı.

İnsanlara yalnızca iyi (pozitif) haberler sunulsaydı dünya bugün nasıl yer olurdu?

İyi haber, kötü haberin zıddı değildir. Yalnızca iyi haberler de faydalı değildir. Var olan sorunları bilmek zorundayız. Bize gerçekten lazım olan, bizim ihtiyaç duyduğumuz ise (buradaki haberle alakalı) “neler yapabileceğimizi” vurgulayan haberlerdir. Bu, hükümetlerin haberler meselesini en üst seviyede nasıl ele aldığıdır.

Hükümetlerin ihtiyacı, herhangi bir şey hakkında yalnızca bilgi sahibi olmak değildir. Onların, yaşanan olaylara nasıl reaksiyon göstereceklerini ve olaylarla ilgili neler yapılabileceğini de bilmeye ihtiyaçları vardır. Biz sıradan vatandaşlar olarak eğer bir şeyden haberdar ediliyorsak, aynı zamanda okuduğumuz haberler ve felaketlerle ilgili neler yapabileceğimize dair faydalı önerilerden de haberdar edilmeliyiz.  Maalesef bize verilen haberlerde var olan sorunlarla nasıl baş edebileceğimizle ilgili önerilerden haberdar edilmeyişimizin ardındaki sebep, medya kuruluşlarının “karşı koyma” ve “işlevsel öneriler” barındıran haberlere kıyasla “korku” ve “umutsuzluk” barındıran haberleri kullandığında daha çok para kazanacağını bilmeleridir. 

İnsanın doğası böyledir. Haberleri serbest piyasanın insafına bıraktığımızda, bozulmuş/çarpıtılmış ürünler almamıza şaşırmamalıyız. Bu, bir restoran örneğiyle düşünülebilir. Çoğu restoran, sağlığımıza zararlı olmasına rağmen bize çok fazla yağ ve tuz yedirir. Bunu, ticari amaçlı olduklarından ve ürünlerinin lezzetli olması gerektiğini düşündükleri için yaparlar. Biz de bunların farkında olmalı ve buna karşılık olarak doğru olan neyse onu yapmalıyız. 

Haberleri ilahi bir güçten (gökten) alan kadim insanla (yerde) başkalarınca üretilmiş kaynaklardan alan modern insan arasındaki farklardan bahsedebilir misiniz?

İlahi kudretten kastınızın dinin sonsuz öğretileri olduğunu varsayıyorum. Eğer kastınız gerçekten buysa durum şu şekilde gerçekleşir aslında: Dindar insanlar genellikle şu anda ne olduğuyla çok da ilgili değildirler. Çünkü onlar güzel bir sonla biten çok çok uzun bir hikâyeye inanır, bu fikirle hareket eder ve bu minvalde yaşamlarını sürdürürler. (Bu dinler; İslam, Budizm, Hinduizm vs. olabilir.) Bir başka deyişle; insanlar günlük olayları, kutsal kitaplara/öğretilere inanmadığı ölçüde fazlasıyla mesele etmeye başlarlar ve onları çok önemli görürler.

Kitabınızda “Haberciler, hükümetleri denetleme sorumluluklarının olduğunu söylerler.” diyorsunuz. Dikkat çekici bir cümle. Buradan hareketle bu sorumluluğu nasıl açıklarsınız? 

Bu soruya cevap verirken Türkiye’deki haberler ile benim ülkem Birleşik Krallık’taki haberler arasında bir çizgi çekmek zorundayım. Genel olarak İngiltere’deki haberlerin tutumu, hükümetin bütün faaliyetlerine karşı son derece hasmânedir. Baskın görüş, hükümetin tamamen yalan söylediğidir. Politikanın içindeki herkes buradaki algıya göre, şeytani bir kötülüğe sahiptir ve aynı zamanda hırsız olmayan hiç kimsenin politikacı olamayacağına inanılır. Ben bunun bir abartı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de durum tam olarak böyle olmadığı için alıntıladığınız cümleyi Türkiye bağlamında kullanmam.

POST-TRUTH BİR ÇAĞDA YAŞAMIYORUZ 

Post-truth bağlamında bugün gerçekliğin bir önemi var mı? Haberlerin konumu nedir?

Hiçbir şekilde post-truth bir çağda yaşamıyoruz. Basitçe söyleyecek olursak; politikacıların, eğer “dünya düzdür” derlerse buna inanacak insanların var olduğunu bildikleri bir çağda yaşıyoruz diyebiliriz.  Böyle bir çağda bütün dürüst insanların yapacağı; hakikate sıkı sıkıya bağlı kalmaktır.

Bazen durduğumuz yer baktığımız yeri inşa eder. Siz Londra’da yaşayan bir yazar olarak Doğu’yu nasıl görüyorsunuz? İstanbul, Kahire, Şam, Kudüs size durduğunuz yerden nasıl görünüyor?

Ben dünyayı Doğu ve Batı olarak kategorize etmiyorum, öyle düşünmüyorum. Fakat yabancı/bilinmeyen olan herhangi bir yerin hem göz alıcı hem de az anlaşılmış olarak görünmesi olağandır. O bilinmeyen yer, yeni bir insan gibidir. Onların senin kusurlarının bazılarından münezzeh olduğunu varsayarsın, çünkü nihayetinde onların da senin gibi olduğuna hiçbir şekilde inanmak istemezsin.

İlkçağlar o dönemin insanları için dokunma çağıydı, Orta Çağ duyma, Yeni Çağ ise resim ve medyayla beraber bir görme çağı oldu. Sizce insanlığın önümüzdeki süreçte yeni duyusu ne olacaktır?

Üzgünüm, buna cevap veremem…

Posted in Genel