Ümid Gurbanov: “Çevirmen, Yazarın Amaçladığını Kendi Dilinde Yeniden İnşa Edendir”

Ümid Gurbanov, sosyal medya hesaplarından paylaştığı çeviri videolarla son yıllarda oldukça dikkat çeken bir isim. Dünya edebiyatı, felsefe ve bilim tarihinden çok sayıda önemli ismin Türkçe çevirisi olmayan konuşma ve röportaj kayıtlarını Türkçe alt yazılı olarak paylaştığı sosyal medya hesaplarının, takipçi sayısı gün geçtikçe artıyor. Biz de Ümid Gurbanov’la insanların paylaştığı içeriklere gösterdiği ilgiyi, video çevirmenliğinden kitap çevirmenliğine uzanan serüvenini ve Ketebe Yayınları için çevirdiği Simone Weil biyografisini konuştuk.

SÖYLEŞİ: SİBEL KILIÇ

Bana göre, çevirmen, yazarın metniyle olan ilişkisini, yazının havasını ve ritmini sezmeli önce. Çevirirken de buna sadık kalmasının doğru olan olduğuna inanıyorum. Misal, Adorno çevirirken cümleleri basitleştirmemek gerekir, Adorno’nun bilinçli seçtiği karmaşıklığı anlaşılırlık uğruna yıkmak yazarı bir açıdan yanlış tanıtmaktır. Tabii ki bu, çevirmenin çok kısıtlı bir alanı olduğu anlamına gelmez. Çevirmen, yazarın yazısıyla amaçladığı şeyi gördükten sonra, o amacı kendi dilinde yeniden inşa edebilmelidir. Yani, çevirmenin görevi, yabancı bir yazarın yazısını Türkçe yazsaydı nasıl yazacağını tatbik etmesidir. Daha doğrusu, böylesi bir çeviriyi okumak her şeyden evvel bir okur olarak da beni memnun eder.

Çeviri uğraşınıza ilk olarak kişisel YouTube hesabınız “Bir Nevi Dipnot”ta başladınız. Bu sürecin nasıl geliştiğini kanalınızın nasıl ünlendiği öğrenebilir miyiz? Sonra da Çeviri Konuşmalar’a dahliniz nasıl gerçekleşti bunun hikâyesini de alabilirsek…

İnternetin hayatımıza girmesiyle aslında inanılmaz bir bilginin hemen karşımızda olduğunu fark ettim. Birkaç “tık”la hayal dahi edilemeyecek kayıtlara ulaşılabiliyordu. Ancak ne yazık ki bunların Türkçesi her zaman bulunamıyordu. Açıkçası sadece bundan şikâyet etmenin doğru olmayacağını düşünerek, tamamen amatörce bir çaba ve hevesle, elimden geldiğince bir şeyleri Türkçeye kazandırmak istedim. İlgi duyduğum şeyler aslında çok okunan, aranılan, dikkat çeken şeyler değildi, tarihin tozlu kayıtlarıydı daha çok, ama mutlaka benim gibi böyle şeyleri sevenler olacağını düşünüyordum. Bu açıdan 2008’den itibaren bir şeyleri çevirip internete koymaya başladım, ancak bunların bir yerde ve hatta kendi adımla toplanmasını pek önemsemiyordum. Yani anonim olarak bir şeyleri çevirip farklı mecralarda paylaşıyordum. Sonra aslında böyle yapmanın işlevsel olarak amaca hizmet etmediğini gördüm. Şöyle ki, bir çeviriyi gören başkalarına ulaşamıyordu, onunla sınırlı kalıyordu. Bu sebeple 2013 gibi kanalı, bloğu, Twitter hesabını açtım; hepsini hemen hemen aynı zamanda, tabii resmi hesabım olarak açtım. Kendimce ufak tefek çevirilere yıllar boyunca devam ederken gerçekten de minik minik bir kitle oluşmaya başladı ve 2017 ortasında artık ne koyarsam çok daha geniş bir kitleye ulaşır oldu. Bir anlamda logaritmik bir ilgi artışı oldu diyebilirim yani. Bu video çevirilerinin bu şekilde ilgi görmesi benim için olduğu kadar sanırım çeviri üreten insanlar için de şaşırtıcı oldu. Dolayısıyla bu minvaldeki içerikler artmaya başladı ve açıkçası çok sevindim buna. Çünkü böyle şeylerin izlenmesi, konuşulması heyecan verici geliyor bana. Bu sebeple, Çeviri Konuşmalar ekibi 2018 ortasında güçlerimizi birleştirelim şeklinde bir teklifle gelince gayet olumlu buldum bunu. Birlikte yaklaşık 6 ay boyunca içerik ürettik, ancak hem kendi kanalıma hem Çeviri Konuşmalar için bir şeyler çevirmek beni yorduğu için oradan ayrıldım. Tabii ki hâlâ hemen hemen her gün muhabbet hâlindeyiz, birlikte neler var neler yok diye konuşuyoruz, ama şuan sadece kendi kanalıma yoğunlaştım ben. Çünkü bu işi her şeyden önce zevk alarak sürdürme niyetindeyim, kendimi zorlayarak bir şeyler üretiyor olsaydım bu denli ilgi de çekmezdi sanırım.

BİLGİYİ ARZ ETMEK, BİLGİYE KARŞI BİR TALEBİN DE VARLIĞINI ORTAYA ÇIKARDI

Bu kadar büyük bir ilgiyle karşılaşmayı umuyor muydunuz? Karşılaştığınız ilgi size neler düşündürdü. Örneğin bu alanda böyle bir boşluğu keşfetmiş olmak ne hissettiriyor size?

Kesinlikle beklemiyordum. Çevirileri yapmaya başlama sebebim de aslında sadece Türkçedeki boşluğu doldurmaktı zaten. Demin de dediğim gibi, bunların geniş kesimlere hitap edeceğini sanmıyordum ki, ilgi çekeceğini düşüneyim. Ancak şunu anladım ki, arz da talep yaratabiliyormuş. Yani insanlar bunun gibi içerikleri görmediği ve bilmediği için aramıyormuş. Bilgiye karşı umursamazlık yokmuş. Birilerinin böyle şeyler olduğunu da hatırlatması gerekiyormuş. Bu açıdan, hemen her şey kendiliğinden gelişti. Sevdiğim şeyi yaparken benim gibi çok fazla insanın olduğunu keşfettim aslında. Elbette ki çeviri yeni bir şey değildi, ama video kayıtlarına altyazı çevirmek ve yayınlamak bir açıdan yenilikçiydi. Einstein’ı, Camus’yu, Tolstoy’u görmek bana ilginç geldiği gibi insanlara da ilginç geliyor ve hatta devamını görmeyi, dinlemeyi, okumayı arzuluyorlardı. Bu da elbette ki beni çok mutlu etti.

Çevirisini yapacağınız videoları nasıl seçiyorsunuz peki? İzlediğiniz belli bir yol var mı? Videoları belirlerken herhangi bir öncelik sırası gözetiyor musunuz?

Kendimce bir çeviri listem var. Yıllardır izlediğim pek çok kaydı oraya not ediyorum. Aslına bakılırsa sadece çevirmek için de değil, kendim için nadir bulunan kayıtlar derli toplu dursun diye koyuyorum onları oraya. Zaman zaman da listede şöyle bir dolanıyorum ve o anki ruh hâlime göre birini seçiyorum. Ancak bazen de şöyle oluyor, bir kitabı okurken kitabın yazarını veya bir konuda bahsi geçen felsefeciyi merak ediyor, araştırıyor, izliyorum. O an bir coşku hâline kapılırsam “Dur şunu bir çevireyim.” diyorum.

TÜM BU İZLEDİĞİM KAYITLAR, ZOR VE DERİN ŞEYLERE KARŞI DAHA CESARETLE DURABİLMEMİ SAĞLIYOR

Çevirisini yaptığınız videoları genelde eserlerini, fikirlerini bildiğiniz isimlere ait olanlardan mı seçiyorsunuz; yoksa videolarını izledikten sonra okumaya tanımaya başladığınız yazar ya da düşünür oldu mu? Yani bu uğraşı sizin entelektüel gelişiminize ve ilerleyişinize ne tür bir katkı yaptı?

Genelde zaten bildiğim isimleri araştırırken çeviri listemi oluşturdum. Çünkü birisinin yazılarını okuyunca onun yüzünü, jestlerini, mimiklerini, ses tonunu merak ediyorum. Dolayısıyla ona ait bir kayıt var mı diye bakıyorum. Bir ismi izleyince sanki ona daha yakınmışım gibi hissediyorum veya onun görüşlerini artık daha kolay anlıyormuşum gibi geliyor. Bu açıdan, misal Derrida, Foucault, Bachelard gibi karmaşık bir düşünce dizisine sahip olan kimseleri okurken kolay kolay pes etmeyen biri hâline geldim. Onların da insan olduklarını, gülüp şaka yaptıklarını, garip takıntılara sahip olduklarını izlediğim için onları anlamaya bir adım daha yaklaşıyor, anlayamadığım yerlerde biraz daha gönülden kafa patlatıyordum. Yani bir bakıma, zor ve derin şeylere karşı daha cesaretle durabilmemi sağladı tüm bu izlediğim kayıtlar.

Çeviri sürecinde karşılaştığınız temel bir zorluk var mıdır? Örneğin Türkçede karşılığı olmayan bir kelime ya da bir ifade şeklini dilimize çevirirken bir zorluk yaşıyor musunuz ve bu durumda neye göre hareket ediyorsunuz?

Elbette ki zaman zaman böyle zorluklar karşıma çıkıyor. Hele ki alt yazı işinde bunları aşmak metin çevirisine göre daha zor oluyor. Çünkü metinde biraz daha uzun bir açıklama veya dipnot ile bazı kavramları okura aktarmak mümkündür, ama altyazı çevirisinde doğrudan konuşulanı çevirmek gerekiyor, ek not düşmek gibi bir lükse sahip olamıyor insan. 3-4 saniye içinde sarf edilen cümleyi aynı biçimde okunacak ve anlanacak biçime sokmak gerekiyor. Elbette ki yanlış anlaşılmasın, metin çevirisi daha kolaydır demiyorum, bence daha da zordur. Ancak altyazı çevirisinde bir zorluk varsa, tam da bu sorduğunuz soru bağlamında vardır. Mesela, Derrida’nın “Différance” diye bir kavramı var. Farklılık anlamına gelen “Différence” kelimesinden bilinçli olarak türetilmiştir. Bu bilinçli seçimi altyazıda aktarmak çok zordur. Metin dilinde “ayıram” şeklinde kullanımı olsa da altyazıda belki bir yazım hatası olarak bile görülüp geçilmesi mümkündür. Bu açıdan çeşitli durumlarda çeşitli seçimlere gidiyorum. Beni tatmin eden bir karşılığı varsa onu doğrudan yazıyorum. Misal bir çeviride “human zoo” için “insanat bahçesi” şeklinde bir tabirle anlamı anlaşılabilir bir biçimde vermeye çalışmıştım. Ama bazen böyle bir seçim mümkün olmuyorsa, mecburen olası en yakın anlamı seçiyorum ama onu ya tırnak işareti içerisinde ya da başka parantez içinde asıl kavramı yazarak okurun burada Türkçeleştirilmesi sıkıntılı bir kavram ile karşı karşıya olduğunu belirtmeye çalışıyorum.

Bu minvalde bir de şunu sormak istiyorum: Bir fikri, bir metni başka bir dile çevirmek, onu başka bir dilde yeniden inşa etmek demek aynı zamanda. Yani çevirmen ile metni arasında, yazar ve metni arasında olan ilişkiye benzer, hatta bununla aynı bir ilişkinin olduğunu söylemek mümkün mü?

Tabii ki mümkün. Bana göre, çevirmen, yazarın metniyle olan ilişkisini, yazının havasını ve ritmini sezmeli önce. Çevirirken de buna sadık kalmasının doğru olan olduğuna inanıyorum. Misal, Adorno çevirirken cümleleri basitleştirmemek gerekir, Adorno’nun bilinçli seçtiği karmaşıklığı anlaşılırlık uğruna yıkmak yazarı bir açıdan yanlış tanıtmaktır. Tabii ki bu, çevirmenin çok kısıtlı bir alanı olduğu anlamına gelmez. Çevirmen, yazarın yazısıyla amaçladığı şeyi gördükten sonra, o amacı kendi dilinde yeniden inşa edebilmelidir. Yani, çevirmenin görevi, yabancı bir yazarın yazısını Türkçe yazsaydı nasıl yazacağını tatbik etmesidir. Daha doğrusu, böylesi bir çeviriyi okumak her şeyden evvel bir okur olarak da beni memnun eder.

Yaptığınız işi beğenilir kılan ve bu kadar ön plana çıkmasını sağlayan neydi sizce? Dünya bilim, edebiyat ve felsefe tarihinin en önemli isimlerini kanalınızda 4-5 dakikalık videolarla sosyal medyaya dâhil ediyorsunuz. Bu daha önce hiç olmayan bir şey değil, ama siz bir düzen oluşturdunuz bunun sizce bir etkisi var mı? Bunun yanında başka etkilerden de bahsedilebilir mi?

Biraz garip gelebilir ama her şeyden evvel bu işi severek ve gönüllü bir biçimde ve hatta tek başıma amatörce yapmam ön plana çıkmamı sağladı sanırım. Çünkü sadece belli bir alana yönelik, misal psikolojiyle ilgili şeyler çevirmedim. Hemen her insan gibi çok çeşitli ilgi alanlarım var. Elbette ki bilim, felsefe, sinema ve edebiyat ile ilgili şeyler ağırlıkta olsa da, bazen oratoryodan bir parça çevirdim, bazen hoşuma giden bir skeç, bazen bir çizgi film, bazen bir şiir ve hatta bazen karikatür bile çevirdim. Yani bana ilginç gelen şeylerin Türkçede olmasını istedim. Kanalımda insanlara ilgi çekici gelen elbette ki tozlu kayıtlardı veya ilk kez Türkçede olan şeyleri izlemekti, ama bunun gerisinde biraz da tahmin edilemezlik vardı bence. Yani sadece belli konularda bir şeyler üreten kurumsal bir hesap olmadım hiçbir zaman, hatta böyle bir şeyi istemedim de. Kanlı canlı bir insan olarak, herkesle fikir alışverişinde bulunarak bulduklarımı kanala ve diğer hesaplarıma aktardım. Gördüğüm ilgide bunun yarattığı samimiyetin etkisi de var gibi geliyor bana.

PEK ÇOK İSİMLE, ÇEVİRİLERİM SONRASI TANIŞTIĞINI BELİRTEN ÇOK FAZLA YORUM ALDIM

Çevirisini yapıp hazırladığınız videolar, çeviri bir kitap okumaktan daha az zaman alan ve sosyal medyada oldukça vakit geçiren bir nesle kısa ve etkili bilgiler sunan bir içerik türü. Bu, günümüz dünyasına çok uygun bir bilgiye ulaşma şekli. Peki Foucault okumak ve Foucault’yla yapılmış bir röportajın videosunu izliyor olmak arasında nasıl bir bağ var sizce? Bunların birbirini desteklediğini söylemek, sunulan içeriği daha kolay anlamlandırmak açısından mümkün mü? Ya da hiç Foucault okumamış bir insanı Foucault’nun kitaplarına yönlendiriyor mu sizce çeviri videolarınız? Yani temelde sormak istediğim, bu videoların bireylerin bilgiye ya da kaynağa ulaşma, erişme ve onu yorumlama sürecini etkilediğine dair yorumlar alıyor musunuz?

Her ne kadar az önce samimiyetten bahsetmiş olsam da, bahsettiğiniz gibi, ürettiğim içeriğin biçiminin internet için tüketilebilir olmasının da bunların yayılmasında etkili olduğu su götürmez bir gerçek. Bir anlamda hap bilgi gibi şeyler olarak görülebiliyor bunlar. Ancak böyle olması, bir düşünürün veya düşüncenin değerini azaltmıyor bence. Çünkü insanlara bilgi aktarım yol ve yöntemleri zamanla gelişiyor veya değişiyor. Buna ayak uydurmak zorundayız bir bakıma. İçeriğin tüketilebilir kıvama getirilmesi, kimi zaman azımsanabilse de bence insanları bilgilendirme işlevini başardıkça gayet faydalı bir şey. Çünkü yapılan yorumlarda çoğu kez birilerinin bazı yazarlarla tanışmasına vesile olduğumu gördüm. Jung çevirisi sonrası kitaplarını alıp okuyup dönüş yapanlar oldu, yine aynı şekilde Sylvia Plath, Thomas Bernhard, Douglas Adams, Ray Bradbury gibi pek çok isimle çevirim sonrası tanıştığını söyleyen çok fazla yorum aldım. Aslında insanlar okumaya veya öğrenmeye tam anlamıyla uzak değil, ama internette her şey hızla akıp gidiyor ve bu bilgi nehrinden kopup da böyle düşünceleri keşfetmekte zorluk yaşanıyor bazen. Bu açıdan, içinde yüzdükleri bu bilgi nehrinde böyle isimlerle karşılaşınca; insanlarda bir farkındalık da oluşuyor bence.

Videoların kurgusuyla ve diğer teknik detaylarla da siz uğraşıyorsunuz bildiğim kadarıyla. Bu tür detayların videolara gösterilecek ilgiye etki ettiğini düşünüyor musunuz?

Elimden geldiğince görüntülerin en iyisini bulmaya, mümkünse düzeltmeye, sesi temizlemeye ve altyazıyı en uygun ve okunur şekilde hazırlamaya çalışıyorum. Bunları da hep bu çeviri sürecinde deneye yanıla öğrendim. Yayınladığım videonun olabilecek en iyi şekilde olmasını istedim, çünkü ürettiğim içeriğin kalitesi biraz da benim kendime saygımın yansıması gibi görünüyor bana. Baştan savma bir iş yapma huyum olmadı pek, çevirilere de yansıdı bu biraz. Ama açıkçası ne denli insanlar bunun farkında ve ne kadar değerli bulunuyor bilmiyorum. Çünkü benim bazen takıntı derecesinde sahip olduğum bu ayrıntıcılık kimi insanlar için önemsenmez ve hatta fark edilmez şeyler oluyor. Mesela bazen çevirilerim ismim silinerek, yani çalınarak bir yerlerde paylaşılınca kimileri gayet iyi niyetle videonun ortasına kocaman “Ümid Gurbanov” yazmamı, böylece çalınamayacağını söylüyorlar. Ama bana çok garip geliyor bu. Saf ve en temiz görüntüyü ulaştırmaya çalışıyorum, böyle bir şey yapmak videoya ihanet etmek gibi geliyor, bana. Bu açıdan detayların ne denli umursandığını anlayamıyorum işte.

“KISA VİDEOLAR DAHA ÇOK TÜKETİLİR” GİBİ DÜŞÜNÜLEBİLİR, ANCAK KANALIN EN ÇOK İZLENEN ÜÇ VİDEOSU DA UZUN METRAJ

Kanalınızda genel formatın dışında daha uzun röportaj ve konuşmaları içeren çevirileriniz de var. Uzunluk süresinin tüketim açısından olumsuz bir etkisi oldu mu?

Kanalda en çok sevdiğim ve değer verdiklerim bu uzun metraj çeviriler. Çünkü böyle bir çeviriyi yapınca sahiden de o kişiye dair bir şeyleri çevirmişim ve sahici bir içerik üretmişim gibi hissediyorum. İlk bakışta kısa videolar daha çok tüketilir gibi düşünülebilir, ancak kanalın en çok izlenen üç videosu da bu uzun metraj videolardan. Belki bazen kısa videolar kısa vadede daha çok konuşuluyor, ama uzun vadede uzun metrajlar daha çok izlenmiş oluyor. Bunun da sebebi, sanırım, bu kayıtların her dönemde bir şekilde ilgi çekecek bir içeriğe sahip olmaları, bir bütün olarak daima bir değer taşımaları.

KETEBE YAYINLARI, SIMONE WEIL ÇEVİRİLERİYLE ÇOK GÜZEL BİR İŞİ ÜSTLENMİŞ OLDU

Çevirmenliği bir meslek olarak yapmaya başladınız diye biliyorum. İlk çeviriniz Kitaplık İthaki Yayınları’ndan çıktı. Hayırlı olsun. Şimdi de bildiğim kadarıyla, Ketebe Yayınları’ndan çıkacak bir Simone Weil biyografisinin çevirisini üstlenmişsiniz. Bu kitaptan biraz bahsedebilir misiniz, okur nasıl bir kitapla karşılaşacak?

Çok teşekkür ederim. Aslında uzunca bir süre kendim için, “Çevirmen değilim, ama bir şeyler çevirmekteyim.” demeyi yeğledim; çünkü gerçekten de kitap çevirmiş, bu işe emek vermiş insanlara ayrı bir saygı duyuyorum. Nitekim tamamen kendim için bu işi yaptığımdan da kendime çevirmen dersem ayıp olur diye düşünüyordum. Ancak artık ilk kitap çevirim çıktığı gibi, sizin de dediğiniz gibi Simone Weil biyografisinin çevirisini de bitirip teslim ettim. Bana kalırsa, Ketebe Yayınları burada hakikaten çok güzel bir işi üstlenmiş oldu. Simone Weil gerek Batı dünyasında gerekse bizde son yıllarda yeniden keşfedilen bir mistik düşünür. Ketebe Yayınları’ndan Furkan Çalışkan birkaç kitap önerisiyle bana geldiğinde aralarında direkt gözüme çarpan Simone Weil biyografisi oldu. Çünkü ben de yeni yeni kendisini okumaya başlamıştım, ama hayatı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Dolayısıyla hiç uzatmadan böyle bir biyografinin Türkçeye kazandırılması gerektiğini konuştuk ve çeviri süreci böylece başlamış oldu. Açıkçası, Ketebe Yayınları’ndan çıkacak olan çevirisini yaptığım Simone Weil biyografisiyle,  Türk okuru ilk defa Simone Weil’in hayatı ile karşılaşacak. Türkçeye çevrilmiş kitaplarında kişiliğinin ipuçlarını bulmak mümkünken, bu kitapta bu kişiliğinin ve düşüncelerinin kökenini görecek okur. Gerçekten de inanılmaz bir karaktere sahip biri. Bir yandan Yaradan’ının peşinde koşarken, öbür yandan tüm insanların acısını çekiyor, ülkesi için savaşmak için çırpınıyor; ama sadece ülkesinin değil, her ülkenin kurtuluşu için uğraşıyor. Güçsüz yapısına rağmen işçileri anlamak için en ağır işlerde çalışıyor. Elbette ki kendi döneminde bu aykırı karaktere yöneltilen onlarca suçlamayla da boğuşmak durumunda kalıyor. Böylesi bir yaşamı okuduktan sonra onun fikirlerini, neyi neden söylediğini anlamak kolaylaşıyor. Zaten kitapta birçok fikrinin hayatıyla olan paralelliğini de izliyoruz. Bir açıdan, sadece Simone Weil özelinde değil, bir düşünürün yaşamının düşüncelerini nasıl oluşturduğunu ortaya koyuyor bu kitap. Umarım ki hak ettiği değeri görür.

Son olarak, kitap çevirmeni olmak sizin için nasıl bir deneyim? Görsel destekli kısa bir metni çevirmekle, daha uzun bir bütünlüğe sahip bir metni yani bir kitabı çevirmenin deneyimleri arasında fark var mı, varsa nasıl bir fark var?

Kitap çevirmek çok farklı bir deneyim. Bir video çevirisinde bazen konuşanın sesi veya mimiğiyle bile anlam izleyiciye geçiyor, ancak böylesi bütünlüklü bir yapıtı baştan sona anlaşılır bir şekilde, ama yazarının da üslubunu aynısıyla koruyarak aktarmak hakikaten meşakkatli bir iş. Kimi zaman zor olduğunu kabul etsem de, somut bir ürünün ortaya çıkıyor olması, hele ki Türk düşün dünyasına uzun yıllarca katkı yapacak bir yapıtı kazandırmanın gururuyla bu işin de kendine has bir zevki olduğunu itiraf etmeliyim.