Furkan Çalışkan: “Ariflerin Satrancı”

Dar sokakların açıldığı o geniş meydan bugünlerde pazar yeri. Siyaset meydanına değil pazar yerine çıktığını fark eden çılgın kalabalık yeniden sokaklara dönmek isterken birbirini eziyor. Ceset yığınları Babil Kulesi gibi yükselirken bir sonraki hamlesini kestirmeye çalışıyoruz dünyanın. 91. karede buluştuk.

FURKAN ÇALIŞKAN

Tavla oynamayı bilmem. Keza kâğıt oyunlarını da. İlhami Çiçek şiiri ile tanıştıktan sonra satranca meyletmiştim. Hani “göğe bezgin bakanların birtürlü öğrenemediği” satrancı öğrenmem ve ilerletmem onun meşhur “Satranç Dersleri” şiiri sonrası olmuştu. Vladimir Nabakov’un Lujin Savunması isimli kitabı ile perçinlenen satranç tutkum, kaybettiğim bir iddia ile son buldu. Şimdi şimdi idrak edebiliyorum; karşımızda bir rakip olmasını nefsimiz ister. Asıl rakibimiz olan nefsimizi gölgeler ve rahatlatır bir başkası. Nefsimin küskünlüğü oyuna olan ilgimi de etkiledi sanırım. Daha sonra Japonların “go” oyununa merak saldım. Bu merakta da şüphesiz Trevanian’ın Şibumi’si etkili oldu. Satrancın tüccarların, “go”nun ise filozofların oyunu olduğunu söylüyordu Trevanian. Şairlerin de bir oyunu var mı acaba diye merak etmiştim. “Go”yu sevdim, halen oynamasam da severim. Çünkü bu oyunda bir taraftan kazanırken, mutlaka başka bir taraftan kaybedersiniz. Go tahtası üzerinde olduğunuz kişiden farklı olamazsınız. Öğrenmek beş dakikanızı alır ama ustalaşmak bir ömür boyu sürer. Hayatın küçük bir tahta üzerinde özetlenmesidir “go”. Kadim zamanlarda Japon generallerinin savaş manevralarını geliştirmek için icat ettikleri söylenir. Hatta meşhur Pearl Harbor baskını (Amerika’nın 2. Dünya Savaşına girmesine sebep olan) basit bir go hamlesidir; “Yalnız olan taşa saldır”. Japonlar Pearl Harbor hamlesi ile kazanırken, savaşın sonucunda kaybettiler.

“Go” oyununda ustalaşmak, kendinizi keşfetmeye başlama sürecinizde olur. Ustalaştıkça karşınızdaki rakip soluklaşırken, nefsiniz asıl mücadelinin odağına yerleşir. Çünkü çabuk ve kısa yoldan galibiyet isteği sizi mağlubiyete götürür, gurur ve hırs kaybetmenize yol açar. Ancak neticede nefsi öldürmek, rakibiniz alt etmenin bir gereği olarak kalır. Nihayi hedef değildir. Bu zihniyetin japon emperyalizmini de açıkladığını düşünüyorum. Neredeyse tasavvufi bir düzene sahip Japon hayat tarzı, son aşamada vuslatı dünya ile yapar. Son yıllarda Avrupada da yaygınlaşan “Go”, git gide bir kişisel gelişim aracına dönüşmekte. Hatta büyük şirketlerin, yönetici adaylarına go ile ilgili seminerler verdikleri, bu oyunu öğrenmelerini istediklerini duyuyorum. Korkunç. “Go”ya ilgimi kaybetmemi de böylece anlamışsınızdır.

Dostum İsmail Kılıçarslan’ın güzelim şiiri “Ariflerin Satrancı”nı bilen bilir. Şiirin adını çok sevmiştim ilk okuduğumda. Bunu İsmail’in şiirsel bir buluşu olduğunu düşünmüştüm. Meğer Muhiddin Arabi’nin icad ettiği söylenen böyle bir tasavvuf oyunu var imiş. Şiir yolu ile bilgiye ulaşmak bir başka oluyor. Böylece daha baştan ısındım “Yılanlı Dama” olarak da anılan bu oyuna. Baştan söyleyeyim, bu oyunda kazanmak ya da kaybetmek yok. Size vaad edilen bir yolculuk. Zilletten visale yüz hamlede gidilen bir yolculuk. Oyuna başlamak için ilk adım olan Zilletten başlayarak, kavga, adavet ( düşmanlık, kin), teessüf (yazıklama) ve rica (yalvarma) gibi basamaklardan ya da daha doğru bir ifade ile hâllerden geçtikten sonra nedamet (pişmanlık) basamağına gelince oyun başlar. Oyunda çok hızlı ilerleyebilir ve aniden ummadığınız bir anda düşebilirsiniz. Sabır ve tevekkül olmadan da düştüğünüz yerden yeniden yükselemezsiniz.

 

Devamı Cins’in 2019 Temmuz sayısında…

Posted in Genel